Derrida 1930'da Cezayirli Yahudi bir
ailenin çocuğu olarak El-Biar'da doğdu
. 22 yaşında Fransa'ya göçtü ve Ecole
Normale Superieur'de felsefe eğitimine başladı. Bu yıllarda özellikle Edmund
Husserl'in fenomenolojisiyle ilgilendi; özellikle sözcenin yapısı ve felsefe
yazımı konuları üzerinde durdu. İlk makaleleri Fransa'da sol avant-guarde
teorinin forumu işlevini üstlenen Tel Quel dergisinde yayınlandı. 1960'ların
başında Sorbonne'da dersler verdi. Aynı yıllarda tarih ve yazının doğası
üzerine incelemeleri Critique dergisinde yayınlandı. Bu çalışmalar, yazarın,
düşünce dünyası üzerinde büyük etki yaratan Grammatoloji Üzerine adlı kitabının
temellerini oluşturdu. Derrida 1967'de İnsan Bilimleri Söyleminde Yapı,
Gösterge ve Oyun adlı konferansı vereceği John Hopkins Üniversitesi'ne davet
edildi ve bundan sonraki zamanının büyük bir bölümünü Atlantik'in iki yakası
arasında bölünmüş olarak geçirdi. 1965'ten 1984'e kadar Ecole Normale
Superieur'ün öğretim kadrosunda yer aldı; bu arada John Hopkins ve Yale
Üniversitelerinde dersler verdi. Ecole des Hautes Etudes en Science Social'in
yöneticiliğini yaptı. 1986'da Kaliforniya Üniversitesi'nde Fransızca ve
Karşılaştırmalı Edebiyat profesörü oldu. Derrida 1967'de yapısökümcü yaklaşımın
taslağını oluşturduğu söylenebilecek üç kitap yayınlamıştı: Dil Yetisi ve
Fenomen, Grammatoloji Üzerine ve Yazı ve Fark. Grammatoloji'de arkadaşı
Levinas'ın hissedilir etkisi altında Batı felsefesinin pre-Sokratiklerden
Heidegger'e uzanan çizgisini bir analize ve eleştiriye tabi tuttu. Derrida
konuşma ve eylem arasında dolaysız bir bağ olduğu savına yaslanan ve
kimliğin/özdeşliğin ve/ya da öznelliğin merkezi varlığına dayandığını ortaya
koyduğu Batı felsefesinin ayrıcalıklı logos kavramını karşısına alıyordu.
Yazar, birçok filozofun konuşmayla yazılı metni uzlaştırma girişimlerine rağmen
logos'un Batı felsefesi içindeki ayrıcalıklı konumunun yazıyı değersiz
kıldığını ortaya atmıştı. Böylece Derrida yazma eyleminde bu tip yaklaşımları
teşhis etmeye yönelik yapısöküm olarak adlandırdığı yöntemi geliştirdi.
Yapısöküm ikili karşıtlıklar gibi sözmerkezli paradigmaları ortaya çıkarmaya
çalışır ve varlığın olanaklılığının herhangi bir bağlamsal dil içinde sabit bir
oyunda olduğunu ve öznenin/nesnenin bir iz bırakarak sürekli başka bir şeye
dönüştüğünü gösterir
Derrida yapısalcı, post-yapısalcı,
post-modernist ve post-kolonyalist söylemlerin çağdaş dağarcıklarına iz,
varlık, fark, yapısökümğ ve oyun gibi terimleri sokmuştur. Yapısökümünün
stratejisi paradoks ve çelişkileri çözmek ya da onlardan bir sistem oluşturarak
onlardan kaçmanın yolunu aramak değil, daha çok kullanışa yönelik bir ihtiyacı
karşılamak ve savunulamaz olduğu söylenen bu kavramları güçlendirmektir.
Yapısökümü felsefe dışında sosyal bilimler, feminizm, edebiyat, dil, hukuk ve
mimari alanlarında da etkili olarak uygulanmıştır.
Derrida çok yönlü bir insandı.
Örneğin, 1940'lı yıllarda lisedeyken çeşitli spor dallarıyla yakından
ilgilendi, onun futbolcu olma hayali biyografi düşkünlerinin haberdar olduğu
bir gerçektir.
Derrida, bir filozofun hiçbir zaman yitirmemesi gereken insanın çocuk yanını koruyup oradan kaynaklanan ince mizah yeteneğini sıkça göstermişti. Bir keresinde bir misafiri kütüphanesinde dolaşırken sormuş ona: 'Buradaki kitapların tümünü okudunuz mu?' O da bir muziplik yapıp `Hayır' diyerek yanıtlamış soruyu ve `onların sadece dördünü okudum fakat onları oldukça dikkatli okudum' demiş.
Derrida bir filozoftu; ama hiçbir zaman eserlerini yazmak için sırça köşküne kapanmadı; o aynı zamanda bir aktivistti de. Dünyadaki sosyal ve politik gelişmeleri her zaman için yakından takip etti. Fransa'da göçmen hakları için (özellikle Cezayirli göçmenler), Güney Afrika'daki ırkçılığa karşı ve Çekoslovakya'daki rejim muhaliflerini desteklemek için (ki bir kez de orada gözaltına alındı) gösteriler örgütledi. Hayatının son zamanlarında Habermas ile birlikte “Avrupa Birliği'nin yeni felsefesi” üzerine sempozyumlarda düşünceler geliştirdi
Derrida, bir filozofun hiçbir zaman yitirmemesi gereken insanın çocuk yanını koruyup oradan kaynaklanan ince mizah yeteneğini sıkça göstermişti. Bir keresinde bir misafiri kütüphanesinde dolaşırken sormuş ona: 'Buradaki kitapların tümünü okudunuz mu?' O da bir muziplik yapıp `Hayır' diyerek yanıtlamış soruyu ve `onların sadece dördünü okudum fakat onları oldukça dikkatli okudum' demiş.
Derrida bir filozoftu; ama hiçbir zaman eserlerini yazmak için sırça köşküne kapanmadı; o aynı zamanda bir aktivistti de. Dünyadaki sosyal ve politik gelişmeleri her zaman için yakından takip etti. Fransa'da göçmen hakları için (özellikle Cezayirli göçmenler), Güney Afrika'daki ırkçılığa karşı ve Çekoslovakya'daki rejim muhaliflerini desteklemek için (ki bir kez de orada gözaltına alındı) gösteriler örgütledi. Hayatının son zamanlarında Habermas ile birlikte “Avrupa Birliği'nin yeni felsefesi” üzerine sempozyumlarda düşünceler geliştirdi
Derrida, çok
katmanlı bir filozof olduğundan, eserlerinin ve fikirlerinin anlaşılması sabır,
belli bir kavrama gücü ve gayret gerektirir. Dolayısıyla zaman zaman hem de
akademisyenler tarafından (özellikle Cambridge çevresi) fikirleri `absurd'
(anlamsız) olmakla itham edilmiştir. Yine de onun modern düşünce üzerindeki
etkisi, muhataplarının da teslim ettiği
gibi tartışmasızdır.
J.Derrida kimi çevrelerde güçlü duygular yaratıyor;insanlar onu
okumadığı halde, sadece şahsı ve fikir babalığını yaptığı “yapısökümü” denilen
düşünce okulu hakkında duydukları nedeniyle bile heyecanlanıyorlar.(Stuart,2000:8)Derrida
yazılarında bilerek ve isteyerek müphemliği seçmiş ve okuyucunun onun
metinlerini okuduğunda onu anlaması için hiçbir çabası yoktur. Bu konuda
Derrida’nın en yakın takipçileri bile onun insanları ciddi bir kavrayış
sorunuyla karşı karşıya bıraktığını kabul etmek zorunda
kalmışlardır.(Stuart,2000:9)
Bir
yapısökümcü olarak Derrida, metinlerin içine işlemekte olan kavram
hiyerarşilerine karşı oldukça hassas olan ve bütün işi gücü bu kavramsal
hiyerarşilerin ürettiği metafizikleri deşifre edip yapılandığı tarzı
çözmektir.( Aktay;Göka;Topçuoğlu,1996:196)Kopuşu ve radikal ötekiliği
vurgulayan Derrida araştırmacının rahatlatıcı kendi kendisiyle özdeşliğini(self
identity)köklerinden sökerek çıkarmaya veya yerinden etmeye çalışır;bununla
birlikte, onun mukayese edilemezlik ve anlamdan
yoksunluk(non-understanding)üzerindekiısrarı karşılıklı kültürel kopuşu ve
dolaysıyla bilgiden mahrumiyeti(non-learning)teşvik etme
eğilimindedir.(Dallmayr,2002:364)Derrida’nın düşünce geleneği açısından
kendisini üzerinden var ettiği en önemli kişi hocası Heidegger’dir. Aslında
yorumsamacı bağlamda Derrida’nın Heidegger’le ilişkisi Husserl’le olan
ilişkisinden daha önemlidir. Bugün yorumsamacılığın dalmış bulunduğu iki ana
mecranın kaynağı Heidegger’dir.bu mecralardan birinin başını felsefi
hermenutiğiyle Gadamer, diğerinin, kendi ifadesiyle daha radikal olanının
başını ise “yapısökümü” ile Derrida çekmektedir.(
Aktay;Göka;Topçuoğlu,1996:197-198)
Ormitson ve Schrift’e göre ise
Derrida hocası Heidegger’in düşüncesinden aldığı düşüncelerle bağlantı içinde representation(temsil), reprasentatio,
Vostellung ve Darstellung kavramlarının felsefi gelişimini izleyen Derrida
“temsil (representation)”kavramını, bir kavramın anlamının sabitlenmesi veya bir adın çokanlamlılığının aşılması
amacını öngören şu iki şarta meydan okumak için kavramı, çeşitli sözlük,
semantik ve tarihsel belirlenimleri dahilinde kullanır:”bir yandan, semantik
düşünümler çeşitliliği altında değişmeksizin kalan bir anlamın mevcudiyeti,
diğer taraftan, anlamı dolduran bir kontekstin belirlenmesi ihtimalinin
mevcidiyeti.Onlara göre aslında Derrida, metinlerinin alanını ve kapsamını
baştan sona kateden bir müdahaleye angajedir:Özler, temeller, kökenler
arayışını tahrip ederek bunlara yeni bir istikamet veriyor.(Ormitson;Schrift,2002:48-49
Gadamer’e
göre ise Derrida belirli bir anlamda, Heidegger’in düşüncesinden kendisininkine
uzanan bir patikayı izlediğini düşünüyor. Gadamer’e göre onun izlediği patikayı
işaret eden şey, dil anlayışının içerdiği semantik hareket noktasına ontolojik
bakımdan belirsiz bir bağlılıktır.(Gadamer,2002:342)Aslında Derida’ın bu Alman
filozofları arasında en çok hangisinden etkilendiği veya beslendiği başlı
başına bir tartışma ve inceleme konusudur biz bu araştırmamız kapsamında şunu
diyebiliriz;Derrida kendince hem Nietzche hem Kierkegaard hem Heidegger hemde
Husserl’den etkilenmiş olduğudur. John D. Caputo da “Postmetafizik Bir
Rasyonaliteye Doğru”adlı çalışmasında genelde radikal hermenutik özelde ise
Derrida yorumsamacılığı için şunları zikreder:”insani faaliyetlerin
anlaşılmasının önündeki gerçek engel, yaptığımız şeyin ister bilimsel
teorilerin inşasında ister somut bir etik hayat inşasında olsun hiçbir önemi
bulunmaksızın katı ve değiştirilemez kurallar dahilinde formülasyonu
benimsemesinde yatar. İşte hermenutiği ve özü itibariyle çok daha radikal türde
hermenutiği köşesinden çıkararak kavgaya
sokan tez, insan hayatının kurala dayalı olduğu yolundaki bu tezdir. Bu tür
görüşler bizi tekrar anarşiye yada kaosa sürükle. Feyerabend ve Derrida’yı motive
eden durumda budur. Fakat nihai noktada tersine çevirme, yerinden etmeye yol
açar. Metedolojizm/yöntemizm aleyhine bir tavır takınmak,
rasyonalist/irrasyonalist dikotomisini aşmak ve çok daha makul bir akıl fikrine
zemin hazırlamaktır.(Caputo,2002:418)
Post-yapısalcılık ve yapısökümü
Derrida
postyapısalcı olması nedeniyle kendisini yapısalcı bir düşünce ortamında bulmuş
ve oraya karşı konuşmuştur.Yapısalcılık,yüzeydeki bir takım görünür sistemlerin
altında yatan kuralların ve yasaların yapısını incelemektedir. Yapısalcı
anlayış, her yapıyı bütüncül bir sistem olarak ele alır. Yapıyı onu oluşturan
dış etmenlerden ve tarihsel süreçten bağımsız olarak kendi başına irdeler. Her
yapı, onu oluşturan birimlerin kendi iç tutarlılığıyla bir bakıma yaşayan bir
organizma gibi kendini var eden kurallarla bütünlük sağlar. İşte yapısalcılık
bu kuralları ortaya koymaya çalışarak karmaşık ilişkiler ağıyla örülü yapının
gizini öğrenmeye çalışır(Gür,2005:12) bu nedenle ”yapısalcı”diye nitelendirilen
bazı filozof, dilbilimci, antropolog ve psikologlar, karmaşık gösterge
sistemlerini araştırmakta ve insan kültürleriyle dünya hakkındaki insani
düşünme ve algılama biçimlerini keşfetmeye çalışmaktadırlar. Sözkonusu gösterge
sistemlerinin genellikle “ikili” olduğu düşünülür, yani “akıl” ve “tutku”,
“kadın” ve “erkek”,”Doğa” ve “kültür” ve benzeri “karşıtlıklardan” hareket
etmektedirler. Bu sistemler önceden tayin edilmiş yada “doğal” olmadıkları
halde, yapısalcılar ilk başlarda bunların nispeten istikrarlı olduğunu vurgulamışlardır.(Robinson,2000:46)Yapısalcılık,
ilkin, Descartes’in “Ben”i kendisini tamamiyla bilinçli ve dolaysıyla kendini
bilebilir bir konumda varsayan bir özne
tasarımını eleştirmekle işe başlar. Yapısalcılık bu öznenin bir yanılsama olduğu noktasında ısrar
etti. İkinci olarak yapısalcılık tarihin içerisinde bir uçtan diğer uca belli
bir örüntü olduğu görüşüne pek sıcak bakmamaktadır. Tarihte teşhis edilen yön,
kontrol ve örüntüler tarihin tarihsel olmayan kurgulanışından ibarettir.
Böylece yapısalcılığın en önemli uğraşlarından birisi bizzat tarihselciliğin
eleştirisidir. Üçüncüsü yapısalcılığın anlam eleştirisidir. Buna göre dilsel
gösterge yasasızdı, bu durum dilsel göstergenin bir şeyi, belli bir zorunluluk
yoluyla değil, uzlaşım ve ortak kullanımla temsil ettiği anlamına gelir.
Post-yapısalcı düşünürler ise bu ikili kavramları ince eleyip sık dokumuşlardır
ve gösteren ile gösterilen arasındaki ilişkilerin kompleks ve uzlaştırılmış
olduğunu savunmuşlardır(Leiman,2005:15)yani post-yapısalcılıkta genellikle
güsterilenin önemi azaltılarak gösteren başat kılınır.Yani özneler ile
gerçeklik arasında hiçbir birebir mütekabiliyet ilişkisi yoktur. Bundan
dolayıdır ki, Lacan “gösterilen gösterenin altında hiç durmadan kaymaktadır”
derken Derrida da dilin dışında herhangi
bir göndergeyle (referent)belirlenebilir bir ilişki olmayan, havada uçuşan saf ve yalın göstergeler dizgesine
inanmaktadır. Dördüncüsü, felsefenin eleştiridir. Yapısalcılık felsefenin
eleştirisinden sonra bir ideoloji eleştirisi ile buluşarak linguistik bir
analiz aygıtına dönüştürülebileceğini düşünür. Post-yapısalcılık ise felsefenin
benzer bir eleştirisiyle birlikte felsefe sonrası dönemin felsefenin sonuyla
karakterizeedilebileceği;felsefi etkinlikte içkin metafiziğin aşılmasının ancak
felsefeye bir son verilmekle mümkün olabileceği üzerinde
durur.(Aktay;Göka;Topçuoğlu,1996:198-199)
Bu
sonuncusunun dışında diğer durumlar post-yapısalcılığın yapısalcılıkla
bağlarının henüz devam etmekte olduğu bir evreye tekabül etmektedir. Post-
yapısalcılık, yapısalcı dil bilimin kurucusu Saussure’den içkin ilişkiler ile
ayrımlar dizgesi olarak dil düşüncesi, Nietzsche’den değerlerin göreceliğinin
sonuna dek götürüldüğü perspektivizm anlayışı, Foucault’dan ussalık adına
yapıldığı söylenen konuşmama ardında yatanın gerçekte iktidar ile bigi retoriği
olmaktan öte bir değeri bulunmadığı düşüncesi alınarak bina edilmiş,
Levi-Strauss, Jacques Lacan, roland Barthes katkılarıyla daha bir göçlenmiş,
Derrida’nın yapısökümcülüğü ile de yalnızca felsefede değil, başta yazın kuramı
ile yazın eleştirisi olmak üzere,toplum ve kültür bilimlerinin hemen her
alanında önemli açılımlar doğurmuştur.(Güncü,2005:18)İnsanlığın kendi eliyle
yarattığı göstergelerden istikrarlı anlamların
ortaya çıkmasına ilişkin yapısalcı yaklaşım özellikle Jacques Derrida tarafından eleştirilmiştir. Derrida,
Saussure’ün sağladığı iç görüden hareket edip, bunu en uç yıkıcı sonuçlarına
dek götürmüştür. Göstergeler “keyfi” ise onların anlamlarını dahi mümkün olamaz ve doğaları gereği daima
istikrarsız kalırlar. Derrida öteki filozofların yaptıklarını
“yapısökümcü”okumalardan geçirerek semantik istikrarsızlıklarını açığa çıkaran,
yıkıcı bir anti-filozoftur. Derrida filozoflarla tartışmaya girişmez. Onun
yaptığı şey, filozofların kullandığı tutarsız dillerin hiçbir zaman tek ve
sabit bir anlam dizisi meydana getiremeyeceğini açığa çıkarmak amacıyla
metinlerini yeniden okumaktır.(Robinson,2000:47)Derrida, kavram karşıtlıklarını
ve bu karşıtlıkları daha iyi kavramak için bunun kaynağında yatan “sözmerkezcilik”,
“fallusmerkezcilik”, “sesmerkezcilik” gibi bir takım temel varsayımlara yada
düşünme ilmeklerine bağlı olarak kendi içlerinde ayrıca
öbeklemektedir.Derrida’ya göre bütün batı felsefesinin en temelinde, başka bir
deyişle varolan kavram karşıtlıklarının
en kökeninde söz(logos) ile yazı ayrımının yer aldığı bundan dolayı sözün yada konuşmanın dolaysız,
içtenlikli , hep bu anda olduğunun düşünülmesi nedeniyle gerçek ile doğruluğun
tek kaynağı, olası tek taşıyıcısı olarak görüldüğünü söylemektedir.Derrida’ya
göre yazın ise konuşmacının yakışıksız bir öyküntüsü, bu anda olmayan bir
konuşma kalıntısı yada artığı, saymacaların, yapıntıların, görünüşlerin,
yanılgıların, belirsizliklerin beşiği olarak görüldüğüne dikkat çekmektedir.(Güncü,2005:20)
Post-yapısalcılığın
yapısalcılıktan kopuşunu ilan ettiği yer yorumsamacılığın radikal kanadına
açılan yolun belirginleşmesi ile olmuştur.Yapısalcılık, doğruluğu metnin
“arkasında” ya da “içinde” görürken, post-yapısalcılık okuyucunun ve metnin karşılıklı etkileşimini üretkenlik
olarak görmektedir. Başka bir deyişle, ele alınan ürünün edilgen bir tüketimi
olarak düşünülen okuma biçimi statüsünü yitirmiştir. Bu nedenle
post-yapısalcılık Saussur’cu durağan gösterge(sign)birliğine, yani
gösteren(signifer) ile gösterilen(signified)arasındaki birebir mütekabiliyet
görüşüne karşı son derece eleştirel yaklaşmaktadır. Post-yapısalcılığın yeni
gösterge sisteminde gösterilenden gösterene doğru bir kayış söz konusudur.
Post-yapısalcılık şimdi bu yolun ne kadar zorlu bir yol olduğunu ispatlamak
üzere yola koyulmaktadır.(Aktay;Göka;Topçuoğlu,1996:200)Bütün bu yorumlardan
sonra post-yapısalcılığın temel savlarını iki noktaya indirgeyebiliriz
.Bunlardan ilki, yapısalcılığının savunduğunun tersine hiçbir dizgenin özerk
yada kendine yeter olamayacağının gösterilmesine odaklanır. İkincisi ise,
yapısalcı dizgelerin üstüne yapılandıkları tanımlama amaçlı ikiliklerde dile
gelen karşıtlıkların geçerliliklerinin incelikli bir araştırmadan geçirilerek
sınanmamışlığı üzerinedir. Kuşkusuz bu savların ilkinde ortaya konan şey,
dizgeli yapıların her durumda öznelerin “oluşturucu-yapıcı-kurucu”
etkinliklerine bağımlı olduklarını ileri süren geleneksel idealist görüşü
desteklemek amacıyla geliştirilmiş değildir. Bu noktada post-yapısalcılık, yapısalcılığın
her koşulda gerçekliğin temelini yada gerçekliğin bilgisini kavrama sürecinden özneyi bütünüyle çıkarmış
olduğunun ayırdındadır. Post-yapısalcıların ikinci savda dile getirdiği şey
ise, kendi içinde tutarlı dizgelerin bütün bütün yadsınmaları bağlamında kilit
değerde bir önem taşıdıklarıdır. (Örneğin, temel sayılar kuramındaki
biçimcilikte, verilen bir sayının tek mi yoksa çift mi olduğu hiçbir biçimde
önemli olmadığı düşünüldüğünden belli değildir.)Bu zorunluluğa bağlı olarak dizgesel bir yapının dizgesel bir yapı olma
olanağı, dil/dünya, canlı/cansız, içerisi/dışarısı gibi biri olmadan diğeri
düşünülemeyen keskin ayrımların yapılmaları olanağına bağımlıdır. O nedenle,
post-yapısalcı felsefecilerin hemen bütünü, toplum bilimlerinde yapısalcı kuram
ile yaklaşımların altında yatan temel kavramsal karşıtlıklara yada mantıksal
ikiliklere karşı son derece büyük bir duyarlılık göstermektedirler.
Post-yapısalcılar bu kavramsal ikiliklerin
saltık anlamda bir değerinin olmadığını ileri sürerek, bu ikiliklerin
kendilerine karşı örnek bulmanın olanaksız olduğu bir biçimde tek tek bütün örneklerin hepsi
için doğru olmayacakları gibi, bütün her şeyi açıklayacak denlide kapsayıcı
olmadıklarına dikkat çekmektedirler.
Différance
nedir? Yapısökümcü Ethos
Derrida, yapısalcı dizgelerin
eleştirisini kendi bulup eleştirdiği yapısökümcü okuma tekniğiyle
gerçekleştirmektedir. Derrida’nın yapısökümcü yapısalcılık eleştirisinde amaç,
ayrıntılı bir metinsel ve kavramsal çözümleme aracılığıyla, bir takım tamal
kavramların hem tanımlar yapılırken hem yanlış tanımları kullanılırken aslında
kendi temellerinin altını oyuyor olduklarını, dolaysıylada kendilerine karşı
işlemekte oluşlarını göstermektedir. . Derrida bu terimle bize aslında şunu
gösterir: O, klasik Avrupa düşünce yapısını (construction) söküp
(de-construction) ondaki malzemeyle yeni, daha kullanışlı bir yapı kurmak
(re-construction) üzere tarihsel anlam evrelerine geri dönüşler yapar
Öncelikle söylemek gerekir ki dünya, Derrida için okunacak bir `text' (metin) idi. İşte tam da bu, `dünya'yı ve `hayat'ı bu manada anlama gayretinde, `text'i `texstil' (dokuma veya örme) ile bağlayıp birleştirmeyi zorunlu kılar ve deconstruction (sökme) terimi kapalı anlamını bu örme ve sökme edimi içinde açığa vurmaya başlar. `Dünya' ve `hayat'ı ve elbette sosyal ve politik yapıları da, bir tersinden bir düzünden sökmek ve örmek suretiyle anlamaya başlarız; tıpkı alfabeyi söktüğümüz gibi.
İkinci olarak, Derrida'nın `deconstruction' (sökme) terimi kendinden açık bir şekilde `other'ı (ötekini) gerektirir. Bu kavramlaştırmada klasik `benmerkezci' (egosantrik veya egoist) Avrupa bakış açısı tersine çevrilir. Karşındakini anlamak için `ben'den (ego'dan) vazgeçmek koşuldur. Batı toplumunun temel sorunlarından biri, `ben'den hareket edip farklı olanı, farklı kültürel yapıları `ben'in kategorileriyle damgalama bağnazlığıydı. Oysa ki Derrida'ya göre var olan her kültürel yapı benzersiz nitelikleri üzerinde taşır. O biricikliği anlamak için, hiç olmazsa bir süreliğine, `ben' bakış açısından vazgeçmek koşuldur.
Üçüncü olarak, `deconstruction' (sökme) terimi, `destruction' (yıkma, tahrip etme) terimi ile eşanlamlı değildir. 'Deconstruction', karşında duranı anlama, anlamaya gayret etme ediminin adıdır. 'Destruction' ise birinin bir diğeri üzerinde açıkça üstünlük kurma tarzının adıdır
Öncelikle söylemek gerekir ki dünya, Derrida için okunacak bir `text' (metin) idi. İşte tam da bu, `dünya'yı ve `hayat'ı bu manada anlama gayretinde, `text'i `texstil' (dokuma veya örme) ile bağlayıp birleştirmeyi zorunlu kılar ve deconstruction (sökme) terimi kapalı anlamını bu örme ve sökme edimi içinde açığa vurmaya başlar. `Dünya' ve `hayat'ı ve elbette sosyal ve politik yapıları da, bir tersinden bir düzünden sökmek ve örmek suretiyle anlamaya başlarız; tıpkı alfabeyi söktüğümüz gibi.
İkinci olarak, Derrida'nın `deconstruction' (sökme) terimi kendinden açık bir şekilde `other'ı (ötekini) gerektirir. Bu kavramlaştırmada klasik `benmerkezci' (egosantrik veya egoist) Avrupa bakış açısı tersine çevrilir. Karşındakini anlamak için `ben'den (ego'dan) vazgeçmek koşuldur. Batı toplumunun temel sorunlarından biri, `ben'den hareket edip farklı olanı, farklı kültürel yapıları `ben'in kategorileriyle damgalama bağnazlığıydı. Oysa ki Derrida'ya göre var olan her kültürel yapı benzersiz nitelikleri üzerinde taşır. O biricikliği anlamak için, hiç olmazsa bir süreliğine, `ben' bakış açısından vazgeçmek koşuldur.
Üçüncü olarak, `deconstruction' (sökme) terimi, `destruction' (yıkma, tahrip etme) terimi ile eşanlamlı değildir. 'Deconstruction', karşında duranı anlama, anlamaya gayret etme ediminin adıdır. 'Destruction' ise birinin bir diğeri üzerinde açıkça üstünlük kurma tarzının adıdır
Yapısöküm, herhangi bir dilsel gösterge külliyatının birbirinden farklı
pek çok anlam dizisi meydana getirebileceğini (ki bu anlam dizilerinin çoğu
gayri ihtiyaridir) göstermeye çalışır. Bütün yazarlar, en titiz ve “nesnel”
olanları bile, kendi düşüncelerini meydana getiren gösterge sisteminin bilinç
dışı tutsakları , bu durumun izlerini kaçınılmaz olarak yarattıkları eserlere
taşırlar. Herhangi bir metni yaratıcı
bir yeniden okumaya tabi tutarak, metinde varolan ve ikili bir sistem kapsamında ortaya konulan bazı fikir ve görüşlerin diğerlerine oranla nasıl daha “ayrıcalıklı” bir
konuma sahip olduğunu keşfetmek
mümkündür. Eğer anlamın ayrımlarla oluşturulduğu iddiası yerindeyse, bazı ayrımlar
diğerlerine tercih edilecek, onların anlamlarıysa “tehir” edilecektir. Anlam
doğası gereği istikrarsız olduğundan , yer değiştirmeleri halinde kendi anlamları kaçınılmaz bir biçimde
“kayacaktır”. O halde yazarla okur veya sunucu ile dinleyici arasındaki
iletişim anında istikrarlı bir anlamın “mevcudiyeti”nden söz etmek mümkün
değildir.(Robinson,2000:48)
Yapısökümünün
temel varsayımları şöyle özetlenebilir:
1.)Dil, anlam istikrarsızlığı ve
belirlenimsizliğinin silinmez izlerini taşır.
2.)Böylesi bir istikrarsızlık ve belirlenimsizlik karşısında, hiçbir analiz
yöntemi(örneğin, felsefe veya eleştiri)metnin yorumu açısından herhangi bir
otorite iddiasında bulunamaz.
3.)Bu nedenle yorum, alışıldık
anlamıyla “analiz”e benzemeyip, bir tür oyunu andıran, serbest bir alandır.(Stuart,2000:30)
Yapısökümü,
gerek metnin içinde gerekse gündelik hayat konuşmalarımızda tabi olduğumuz bu
kavramsal karşıtlıkların çözüle bileceği
veya karışıklıkların metinsel anlam sürecinde birbirlerini çözebilecekleri
eleştirel bir işlemdir. Çünkü Derrida, yapısalcıların kurmaktan çokça
hoşlandıkları ve dilde teşhis ettikleri yapıların temel çalışma kuralı olarak
gördükleri kavramsal çiftlerin hiçbir zaman nötr olarak kurulmadığını
söyleyerek işe başlar. Ona göre olguları anlamlandırdığımız kavramsal çiftler,
en basitinden en karmaşığına zihnimizde bir kavramsal hiyerarşi tesis ederler.
Veya bir başka deyişle kavram çiftleri biri diğerinin aleyhinde olmaksızın
kurulamayan bir hiyerarşiye tabi olarak işlerler. Bizim zihnimizde en masum
olduğunu düşündüğümüz kavramsal çiftler
dahi böylesi bir hiyerarşinin tesisini sağlarlar. İlk akla gelen
örnekler,siyah-beyaz kavramsal çiftinin ırk ayrımına yaptığı katkı;erkek-kadın
çiftinin cinsiyetçi ideolojinin oluşumuna yaptığı katkı ;Doğu-Batı kavramsal
çiftinin oryantalist ve anti- oryantalist ideolojinin oluşumuna yaptığı katkı
;durağanlık/gelişme çiftinin ikincisinin lehine işlemek üzere emperyalist
politikanın meşrulaştırımına yaptığı katkı ,zaman-mekan ayrımının ,zihin-beden
karşıtlığının ve sair tüm kavramsal
çiftlerin dilde örgütlenerek gerçekliğe yansıttıkları şiddet...Derrida tüm
metinlerin içinde böylesi kavramların varlığının söz konusu olduğunu, metnin
tamamının bu yapıları tesis etmek üzere kurulu olduğu ve bütün bir doğrulama
düzeneğinin de bu kavramsal çiftlerin örgüsü sayesinde kurulduğunu
vurgular.(Aktay;Göka;Topçuoğlu,1996:2001-202)
Yukarıda
sıraladığımız tüm özellikler, yapısökümünün biraz uçarı, hatta kültür
tartışmalarıyla karşılaştırıldığında marjinal olduğu izlenimini doğurur(ve
yıllardır bir yorumcu ordusu yapısökümünü hep bu cepheden eleştirmiştir).oysa
yapısökümünün çok ciddi bir yanı var. Örneğin sallantılı bir gerçekliğe (eğer
gerçekten böyle bir otoritesi varsa )dayandığını sık sık idrak ettiğimiz kendi
yorumsamacı yöntemlerimizin zeminin gözden geçirmemizi sağlamıştır. Son
kertede, yapısökümü, gözden geçirmeden kabul ettiğimiz varsayımları sorgulayan
ve bu varsayımlara verilebilecek en güzel örnek olan değer yargılarımızdaki
baskıları açığa çıkarıp, onların tartışmalı yönlerini ifşa eden felsefi
şüpheciliğin oldukça kapsamlı bir biçimi sayılmaktadır.(Sim,2000:31)
Derrida’ya
göre bir metnin içinde yapısökümcü bir insiyatifi kolaylaştıran bizzat metnin içinde işleyen bazı
mekanizmalar vardır. Bu mekanizmaların başlıcaları “kara verilemezlik”(undecideability)ve
yayılma (disseminiation)dır.bu mekanizmalar yalnızca metnin yapısökümünü
kolaylaştırmaktan öte bir metnin okunmasında metindeki anlam kurgusunun esas
itibariyle kurulmasını engelleyici faktörlerdir.(Aktay;Göka;Topçuoğlu,1996:204)Derrida’ya
göre geleneksel yazın çözümlemesi anlayışı bir metnin anlamını yazarın
zihnindeki dile getirmesi olarak görmektedir, bu anlamda her yazar yazıya
aldığı metninde kafasında bulunanları , içinden geçenleri, söylemek
istediklerini anlamlı bir biçimde dile getirmektedir. Derrida’ya göre
yapısökümcü yazın eleştirisinin ilk aşaması bir anlamda yapısalcı bir eleştiri
üstüne bina edilmiştir. Buna göre, öncelikle yapılması gereken anlamı yazarın egemenliğinden kurtarmak,
yazarı da metnin anlamı belirlenirken başvurulacak en son yetke konumundan
olmaktan çıkarmaktır ama Derrida bununla da yetinmeyerek, özerk bir konumda
bulunan metnin kendisinde dahi ne olduğu açıkça belli her okumada olduğu gibi
aynı kalan değişmez bir anlam bulunmadığını ileri sürerek bir adım daha ileri
gitmektedir. Burada söz konusu olan metnin belli bir anlamdan yoksun oluşu
değil, birbirleriyle çelişip çatışan her yeni okumada giderek daha da çoğalan
bir anlamlar alanı oluşudur. Bunun için yapısökümcülük, ötekiler önünde kendi
önceliğini dayatan her anlamın, metnin gerçek ya da biricik anlamı olduğu
savıyla ortaya çıkan her anlamın ilkece metnin uçlarına gidilerek yada metnin
asıl anlamlarına başvurularak çürütülebileceğini söylemektedir.(Göncü,2005:22) Yapısökümü standart entelektüel söylemdeki
kavramlar gibi işlev görebilen bir dizi özgün terime sahiptir. Örneğin bu özgün
terimlerden biri, dili kullanışımızın, kendisinin différance olarak isimlendirdiği bir şeyle
belirlendiğini düşünmektedir.(différance
terimi bizzat Derrida’nın bulduğu bir neolojizm olup, Fransızca’daki différence kelim esininden türetilmiştir
ve hem “ayrım” hemde “tehir”1anlamına gelmektedir.)Derria’ya göre, bu sözcüğün
ikinci anlamının konuşma sırasında ayrıştırılmayıp, sadece yazı içinde
ayrıştırılabilmesi, anlamındaki içkin istikrarsızlığı kanıtlamaya yeterlidir.
Çünkü anlam, böylece hem “ayrımlı”dır hemde “tehir edilmiş”tir. Bir düşünsel
hareket olarak yapısökümü, dikkatimizi dilsel istikrarsızlıklara çekmek ister.
Bu istikrarsızlığın dışavurumu olan différance,
Derrida’ya göre söylemimizin her anında varolduğu için, dilin bireyler arasında
istikrarlı bir anlam iletme aracı olduğu inancımızı sekteye
uğratır.(Sim,2000:32-33)
Différance farkların, ayrımların,
farkların izlerinin, öğelerin yek diğerlerine atıfta bulundukları
yerleşimin(espacement)sistematik oyunudur. Bu yerleşim kendileri olmaksızın
“tam” terimlerin işaret etmediği ve işlev göremediği aralıkların hem aktif
hemde pasif(“différance”ın “a”sı
aktiflik ve pasiflikle ilgili olarak bu kararsızlığı, bu karşıtlık tarafından
yönetilip örgütlenmeyen şeyi imler) üretrimleridir.Yani différance , insanların, sürekli olarak görmeye eğilimli oldukları
kesinliği tam yakalayamadığımızı sanırken avucumuzdan kaçıran bir
uyarıdır.(Aktay;Göka;Topçuoğlu,1996:211)
Derrida’nın
yapısökümünde bir başka anahtar kavram “silme” dir. Derrida bu kavram
aracılığıyla, rakiplerinin terimlerini kendisininde kullandığını, onların
anlamlarını tamamıyla değiştirebildiğini, çünkü onların içeriklerini silerek”sous rature”(bu terim “bozuma uğratmak”
olarak Türkçe’ye çevrildiğinde bu kavramın açılımı;önce bir sözcük yazmak sonra
onu karalamak ve sonra hem sözcüğe hemde karalamasına metinde yer vermek
demektir)varsaydığını iddia eder. Derrida bu işlemi “varlık” sözcüğünü sıklıkla
karalayan Heidegger’den almıştır.Bu bağlamda bir sözcüğün üstü çizilir çünkü
sözcük yetersizdir, fakat bir yandan da sözcük metin içinde üstü çizili olarak
tutulur çünkü sözcüğün yerine geçebilecek daha başka bir sözcük yoktur.
Böylelikle sözcük metinde üstü çizili olarak
bulunmaya devam eder. Yapısökümünün bu şekilde temelini oluşturan “üstünü
çizme” , göstergenin (yani metin içindeki sözcüğün)kendinden eminliğini ve bir
“dil dizgesi” içinde dahi olsa anlamı sarsmaktadır. Kuantum fiziğinin, temel
belirsizlik yasalarının formülasyonu gibi özet bir ifadeyle;Derrida’ya göre
Saussure’ün sıkıntılı bileşeni olan gösterilenin herhangi bir şekilde hızını ve
kordinatlarını belirleyebilme şansımız yoktur. Başka bir deyişle, herhangi bir
göstergeyi okuduğumuzda, anlamının bizim için apaçık olmadığını söylemektedir
Derrida. Bu bağlamda “üstünü çizmek” ise bu apaçık olmama durumunun bir
temsilidir ve göstergenin bir yarısının her zaman o olmadığının bir
resmidir.(Sarup,1995:40)Derrida’nın bu yöntemini akılda canlandırmanın bir başka
yolu , söylediği her şeyin tırnak içinde olduğunu düşünmektir. Eleştirmenlerin
bunu entelektüel bir hile olarak görmeleri ve Derrida’nın böylece rakipleri
için geçerli olan argüman kurallarından (örneğin, sözcüklerin, konuşmaya
katılan herkesin uymak zorunda kaldığı sabit anlamlara sahip oldukları
şeklindeki kural gibi) kendini sıyırmaya çalıştığını öne sürmeleri bizi
şaşırtmamalıdır.(Sim,2000:33)
Marx’ın Hayaletleri ve yapısöküm politikası
Derrida, 1989’da Berlin Duvarı
yıkıldıktan sonra ve Marksizm in duvarın yıkıntıları altında kaldığını
sokaktaki adamın bile dile getirdiği bir sırada, “Marx’ın Hayaletleri”ile
Marksizm hakkında söz aldı. Liberalizmin ve şu anda var olduğu haliyle
demokratik yönetimlerin zafer çığlığına ve eski bir Hegelci tema olan “tarihin
sonu”nu ilan eden Fukuyama’ya çözümleyici bir değerlendirmeyle yanıt verdi.
Marx’ın mirasının dinsel Mesihçilikten ayrı bir metinsel izlek çerçevesinde
yeniden okunarak sahiplenilmesi gerektiğini savundu. Aykırı bir zamanda aldığı
bu tavırla belli bir “Marksizm ruhuna” sadık kaldığını ilan etti. Biz bu
çalışmamızda Derrida’nın “tarihin sonuna” yönelik yapısökümcü Fukuyama
analizleri üzerinde duracağız.(Derrida,2001:giriş)
Derrida bu kitabında Francis Fukuyama’nın “The End of History and
the Last Man” (Tarihin Sonu ve Son İnsan –1992)isimli tezine yanıt veriyor.
Tartışma yaratan kitabında Faukuyama, tarihin sona erdiğini, çünkü türlü
halkların tanınma mücadelesinin,
insanların yaşamlarını gönüllü olarak tümüyle soyut bir amaç uğruna tehlikeye atmak istemelerinin;cesaretin,
atılganlığın , hayal dünyasının harekete geçirilmesinin ve idealizmin ortaya
çıkmasına neden olan dünya çapındaki ideolojik mücadelenin yerine ekonomik
hesaplar, sürekli olarak yenisinin baş gösterdiği teknik sorunların bitmeyen
çözümleri, çevre sorunlarına gösterilen ilgiler ve daha çok tüketme arzusunun
tatmin edilmesi gibi olaylar ve
gelişmeler olacak.(Fukuyama,2003:49) Duyurulan bu “sevindirici haber”,
ideolojik çatışmanın artık geçmişte kaldığı, “liberal demokrasi idealinden daha iyisinin bulunamayacağı"”noktasına
gelindiğidir. 1980’ler Avrupa’sında Komünizmin çöküşünün ardından Fukuyama’nın
cesur çıkarımlarının sürüyle takipçisi olmakla birlikte, çok geçmeden durumun
onun sandığı kadar basit olmadığını savunan ve sayıları giderek artan bir
muhalefet oluşmaya başlamıştı. Bunlardan biride Derrida’ydı.(Sim,2000:6)
Evet, Avrupa’da komünizm çözüldü.
Peki ama, bundan liberal demokrasinin ve dolaysıyla tarihin sonunumu
anlamalıyız?Aktay’a göre “Fukuyama’nın ilan ettiği tarihin sonundaki iyimser
havaya hiç benzemeyen bir tükeniştir bu. Burada tarih, Hegelci bir teleolojide
ulaşılabileceği mantıksal ve olgusal
sınırlarına varıp dayandığı, yani insanlara akıl ölçüsünde sunulabilecek bütün
“iyi” ve “makul” şeylerin sunulmuş olması dolaysıyla sona ermiş
olmuyor.”(Aktay,2003:177) Sim’e göre “tarihin sonu” ifadesini, fiilen müstakbel
yeni göç odaklarının mevcut siyasal muhalefeti tahakküm altına almaları
şeklinde okumak gerekir.(Sim,2000:7)
Derrida’ya göre tarihin sonu bizi
“belirli bir tarihin sonunu düşünmeye zorlamakta(Derrida,2001:36)çünkü, Batıda
hepimizin aşina olduğu bir anlayış:Birbiriyle rekabet halinde olan dünya
sistemlerinin (liberal demokrasi ile komünizm ) ideolojik çatışma alanı olarak
tarih ve bu mücadelede, tarafların insanlığı maddi ihtiyaçlar ve sosyolojik
tahakküm şeklinde yansıyan çifte
kötülükten kendilerinin kurtarabileceğine inandırmaya çalışmaları. Bu açıdan
bakıldığında, hem liberal demokrasi hem de Marksizm, “aydınlanma projesi” diye
anılan bir sürecin mirasçılarıdır. Aydınlanma projesi, on sekizinci yüzyıldan
itibaren Batı dünyasında insani ilişkilerde aklı merkeze koymaya çalışan bir
kültürel hareket olarak gelişmiş ve insanoğlunun yaşam kalitesini arttırmayı
amaçlamıştır. Bu tarih tasarımı, komünizmin çöküşünün ardından gerçektende
“bitmiştir”.(ve şüpheci bir yaklaşım üzerine kurulu olan postmodernizmin
doğmasına neden olmuştur)Fakat Derrida’nın vurguladığı
gibi(Derrida,20001:36),tarihin kendisi sona ermediği gibi, “başka” tarih
kavramlarının ortaya çıkması da
mümkündür. Tarihin hayaletlerini kolayca söküp atamayız. Bu hayaletler,
bizi onlarla birlikte yaşayabilmenin yollarını bulana kadar bizlerin peşini
bırakmayacaktır. Bunun çarpıcı örneği Marx “hayaleti”dir.(Komünizmin daha
başından beri olageldiği hayalet) (Sim,2000:45)
Derrida, “marx’ın Hayaletleri”nde,
Fukuyama’nın kitabını usulca tahrip etmeye başlar ve onu bazı yanlışlarından
dolayı suçlar:Fukuyama, felsefi nahiflikten (kendi davası için yüklü dozda
evangelizme bile başvuran biridir) kadar bir dizi hata yapmıştır. Derrida’nın
yönelttiği en büyük eleştiri, Fukuyama’nın liberal demokraside ideal ile gerçek
arasındaki ayrımı geçiştirdiğidir. Fukuyama tezini kendi tasarımladığı tarih
çizgisi aşınıma uğradığında “ülkü” diyor diğer durumda mutlak” gerçeklik”
olarak görüyor.(Derrida,2001:104) olaya ilişkin düşünceyi yeniden işleyemediği
için, Fukuyama uzlaşmaz iki söylem arasında gidip gelmektedir. Elle tutulur
biçimde gerçekleşeceğine (“önemli hakikat” budur) insansa bile, Fukuyama bu
demokrat-liberal “ülkünün ülküselliğini”, ne Amerika Birleşik Devletlerinin ne
de Avrupa Topluluğunun evrensel devlet yada liberal demokrasinin yetkinliğine
ulaşamadığını, hatta deyim yerindeyse uzağından bile geçemediğini kitlesel
biçimde gösteren tüm tanılıkların karşısına çıkarmaktan rahatsızlık
duymaz.(Derrida,2001:105)Derrida Fukuyama’nın düştüğü paradoksa yapısökümcü bir
mim koyar ve şöyle der;liberal demokrasinin gerçekliğinin kendi savunduğu
ideallerin karikatürü olmaktan ileriye gidemediğini vurgular.
Derrida, Fukuyama’yı çağdaş küresel
siyasal durumu ciddi biçimde yanlış okuyup yorumlamakla suçlar. Çünkü Derridaya
göre insanlık ve dünya tarihinin hiçbir döneminde şiddet, eşitsizlik, dışlanma,
açlık, dolaysıyla ekonomik baskı bu kadar çok insanı avucuna almamıştı. Tarih
son buldu rehaveti içinde, kapitalist Pazar ve liberal demokrasi ülküsünün
gerçekleştiğine ilişkin şarkılar söylemek yerine, “ideolojinin sonu” ve halkların kazanımıyla ilgili büyük
söylemlerin son bulmasını kutlamak yerine sayılamayacak kadar çok tek tek
acılardan oluşan, geniş ölçekli bu apaçıklığı görmezden gelmemek
gerekir.(Derrida,2001:135)Derrida’ya göre tüm bunlar Fukuyama’nın yüksek ahlak
gibi tüm iddialarını çürütmektedir. Derrida, hemen ardından solculardan
oluşturacağı ve Marx’ı büyük eserler
vermeye yönelten o yolda adaletsizliğe
karşı mücadeleye devam edecek olan bir “Yeni Enternasyonal” kurulması çağrısını
yapmıştır.(Derrida,2001:135)Derrida’nın aradığı
şey, Marx’a ve onun kaygıların a bağlanan bir yakınlık, ıstırap ve ümit
zinciridir.
Şunu da özellikle belirtmekte yarar
var:Derrida, solda zaferciliğe bir zemin oluşturmaya çalışıyor değildir.
Derrida bu konuda“Marx’ın Hayaletlerine” yönelik gelen eleştirileri cevapladığı
“Marx ve Mahdumları” adlı kitabında tezini şu şekilde desteklemektedir”Marx’ın
Hayaletleri”nin tezi (yada varsayımı)kendini sunarak üç izleği açık bir biçimde
birbiri üstüne örer. Ancak bu sunuş bir manifesto değildir. “Marx’ın
Hayaletleri”nin komünist parti manifestosu örneğinde çözümlediği gibi, siyasal
manifesto geleneğinde kalan hiçbir manifestonun kendi kendini ortaya koyuşu
değildir.(Derrida,2004:16)Bu tez( yada varsayım) kendini mevcudiyete sunmadan,
konum alır, “sorumluluğu” paradoksal ya da heteredoks nitelikli bir konum aşımı
olarak ele alır.(Derrida,2004:18)Yani Derrida’nın tezindeki gerçek mesaj,
hayalet siyasetinin her zaman bizimle beraber olduğudur. Ölüler birer hayalet
olarak peşimizden gelmeye devam edecek
ve “tarihin sonu” olasılığını daima tehir ettireceklerdir. Geçmişin
varisleri olarak bizler, tarihin devam etmesi
ve bizim buna mecburen eşlik edip geleceğe uzanan hayalet siyasetine bağlı kalmaktan başka bir
seçeneğimiz yok. Günümüz dünyasında hüküm süren iktisadi ve sosyal güç
dengesine karşı çıkmak istiyorsak eğer, “tarihin sonu”, Fukuyama’nın inandığı o
sevindirici haber olamaz.(Sim,2000:63)
Sonuç olarak, ben çalışmamda önce
genel sosyal bilim sahasında Derrida algısı üzerinde durdum. Burda Derrida ve
onun yapısökümcülüğünün sosyal bilim paradigması için ne ifade ettiğini ve bu bağlamda sosyal bilim alanı içinde
varolan yapısökümünün kökenlendiği düşünce geleneği üzerinde durdum. Sonraki
bölümlerde yapısalcılıkla karşılaştırmalı olarak post-yapısalcılık ve yapısöküm
üzerinde durdum. Burda yapısalcılıkla, post-yapısalcılığın birleştiği ve
ayrıştığı noktalar hakkında acizane
okumalarım bağlamında bir şeyler dile getirmeye çalıştım .Netice de Derrida
için şunlar söylenebilir: Jacques Derrida Berlin Duvarı'nın yıkılışından bu
yana Marksizmin durumu ve geleceğiyle ilgili yoğun düşüncelerinden oluşan
Marx'ın Hayaletleri kadar tartışma yaratan kitap pek azdır. Marx üzerine kaleme
aldığı 1993 tarihli bu önemli kitabında Derrida, yeni dünya düzeni ve
"tarihin sonu" tartışmalarının eski bir tartışmanın devamı,
Marksizmin temsil ettiği ruhu defetme girişimi olduğunu savunur. Onun Marx'ın
Hayaletleri'nde sunduğu, belli siyaset felsefesine, "tarihin sonu"nda
"siyasi" kavramının yeniden düşünmeye bir davettir.
Kitabın çoğunlukla İngilizce
konuşan Marksistlerden bazı yorum ve itirazların yükselmesine neden olması
üzerine Derrida, ironik bir balık verdiği denemesi “Marx ve Mahdumları”nda
kitapla ilgili soru, yorum, itiraz ve yanlış anlamalara yanıt vermeye çalışır.
Derrida, bunların çoğunun ardında, bir miras paylaşımı sahnesi gözlemler ya da
"Marksist olarak bilinen" oğulların veya kızların mirasın peşine
düşme, onu sahiplenme veya tam da Marksizm söz konusu olduğunda son derece
paradoksal hale gelen "mülkiyet duygusu"nu, hatta "mülkiyette
öncelik hakkı" talebini semptomatik olarak okur. Oysa Derrida, daha önce
"Marx'ın çoğul ruhları"na gönderme yapmış, tek ve bölünmez, çelişkili
olmayan bir Marx mirasından söz etmenin idealleştirme deviniminden kaynaklanan
bir özdeşlik veya saf, katkısız olanı arayış dışında varsayılamayacağını ve de
"Marx'ın belli bir ruhu"na yanıt verme, bundan sorumlu olma
gerekliliğini vurgulamıştı. Son olarak, Derrida'nın Aristoteles'e söylediğini
biz onun için söyleyelim: Derrida doğdu, düşündü, oldu ve öldü
Vefa Akdoğan
KAYNAKÇA
ªAktay,Yasin(2003),Tarih Bozumu ve Tarih Bilinci,Tarihin
Sonu mu?,Der:Mustafa Aydın- Ertan
Özensel,Ankara:Vadi
ªAktay,Yasin;Göka,Erol;Topçuoğlu,Abdullah(1996),Önce
Söz Vardı-Yorumsamacılık Üzerine Bir Deneme-,Ankara:vadi
ªCaputo,John
D.,Postmetafizik Bir Rasyonaliteye Doğru,İnsan
Bilimlerine Prolegomena,Der:Hüsamettin Arslan,istanbul:Paradigma
ªDerrida,Jacques(2001),Marx’ın
Hayaletleri-Borç durumu, Yas çalışması ve Yeni Enternasyonal-,Çev.Alp
Tümertekin,İstanbul:Ayrıntı
ªDerrida,Jacques(2004),Marx
ve Mahdumları,Çev. Alp Tümertekin,İstanbul:Ayrıntı
ªDallmayr,Fred
R.(2002),Hermenutik ve
Dökonstrüksiyon-Derrida Gadamer Diyaloğu,,Hermenutik ve Humaniter Disiplinler,Der:Hüsamettin
Arslan,İstanbul:Paradigma
ªFukuyama,Francis(2003),Tarihin Sonu mu?,Çev.Yusuf
Kaplan,Der:Mustafa Aydın-Ertan Özensel,Ankara:Vadi
ªGadamer,Hans-Georg(2002),Hermenutik ve Logosentrizm,Hermenutik ve
Humaniter Disiplinler,Der:Hüsamettin Arslan,İstanbul:Paradigma
ªGüncü,Ertuğrul(2005),Post-yapısalcılık,Yom Sanat,s.18-22
ªGür,Celal(2005),Ferdinand De Saussureve Yapısalcılık,Yom Sanat,S.9-13
ªLeiman,Mikael(2005),Saussure ve Bakhtin’in Gösterge Bilimsel
Kavramları:Psikoterapik Söylemin Doğasını Anlamada Zıt Pozisyonlar,Yom Sanat,S.14-17
ªOrmitson,
Gayle;Schrift,Alan D.(2002),Hermenutiğe
Giriş,Hermenutik ve Humaniter Disiplinler,Der:Hüsamettin
Arslan,İstanbul:Paradigma
ªRobinson,Dave(2000),Nietzsche
ve Postmodernizm,Çev.Kaan H.Ökten,İstanbul:Everst
ªSim,Stuart(2000)Derrida ve Tarihin Sonu,Çev.Kaan
H.Ökten,İstanbul:Everest
ªSarup,Madan(1995),Postyapısalcılık
ve postmodernizm, Çev.A.Baki Güçlü,İstanbul:Ark
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder