
Ve bu tanımlamadan sonra şuna vurgu yapar: İnsan durumunun bir parçası olan teknik ilgi (teknik ilgi doğaldır) evrensel olduğundan, başka ilgilerle ilişkilendirilebilecek başka bir yeni bilimin olabileceğini farz etmek için bir neden yoktur. Doğa bakımından açıklayıcı ve kontrol edici kişisel ilgiyi kullanırız, toplum bakımından da üç ilgi de geçerlidir ancak bu üçü arasında doğru dengeyi bulmak için mücadele edilmelidir (Skirbekk, 2006). Habermas burada insan-doğa ilişkisinin başka bir şekilde zaten kurulamayacağını belirtmektedir.
Dolayısıyla teknolojinin nötrlüğü konusunda “İdeoloji Olarak Teknik ve Bilimden” şu alıntı yapılabilir:
“Yine de, teknolojik evrenin makine parkının, politik amaçlar karşısında kayıtsız olduğu konusunda diretilebilir — o bir toplumu yalnızca hızlandırabilir ya da yavaşlatabilir. Bir elektronik hesap makinesi kapitalist bir rejime olduğu gibi sosyalist bir rejime de hizmet edebilir; bir siklotron hem bir savaş partisi hem de bir barış partisi için iyi bir gereç olabilir.”
Habermas, yöntemsel olarak: Doğa bakımından sadece nedensel açıklamalarla sonuçlanacak kuramsal-çıkarımcı araştırmayı; Sosyal olgular bakımından hem kuramsal-çıkarımcı araştırmayı hem de hermönetik araştırmayı (anlayışçı sosyolojiyi) yürütebileceğimizi; tarihsel-eleştirel bakış açısından ise iletişimci rasyonellik, iletişimci eyleme sahip olduğumuzu belirtmektedir (Skirbekk, 2006).
Kısacası, Habermas, pozitivist bilim anlayışının olumsuz etkilerini kabul etmekle birlikte, insanın özgürleşimi için yeni bir bilim anlayışına gerek olmadığını, amaç-rasyonel eylemin doğaya dönük olarak kaçınılmaz olduğunu bunun da gayet doğal olduğunu, yalnızca bu bilim anlayışını alanının dışına taşırmamak gerektiğini, insan bilimleri, siyaset ya da toplumun diğer alanlarında pratik ve özgürleştirici kişisel ilgiye yer verilmesi gerektiğini belirtmektedir. Habermas, sorunu teknokrat bilincin her yeri sarmasında görmektedir.
Modernleşme sürecindeki farklılaşmanın iki alan arasında köklü gerilimlere yol açtığını belirten Habermas bu alanlardan birini “sistem” (Ekonomik ve siyasi alanlar-sürekli artan bilimsel ve teknolojik hakimiyet biçiminde gelen ilerleme) diğerini ise “yaşam dünyaları” (daha gelişmiş bu iletişimci rasyonellik mahiyetinde kendi yaşam dünyamızda da bir yeterlilik üretiriz) olarak tanımlamaktadır (Skirbekk, 2006). Habermas, insanın doğa-toplum arasında ayrım yapmayı öğrendiğini, dolayısıyla (burada bizlerin pozitivizm kıskacında olmadan düşünebildiğimiz, bilebildiğimiz iddiası var) nedensel ilişkilere dair bilgi edinerek etkileyeceğimiz şeylerle (doğa) iletişim kurup azarlayabileceğimiz şeyler (toplum) arasında da ayrım yapabildiğimizi belirtmektedir (Skirbekk, 2006).
Habermas için bir insan eylemi olarak iletişim, insan eylemlerinin özünü oluşturacak derecede ön plandadır, hatta bu durum Marksist anlayışça ihmale uğramıştır (Güçlü ve diğerleri, 2002). Bottomore, (1997) Habermas’ın Marksist düşünceyi çok daha açık ve düşündürücü biçimde başlangıç noktası olarak aldığını ve amacının Marksist teorinin aşılmasında değil, yeniden inşasında bulduğunu belirtmektedir. Esgin’in, (2005) Tucker’den (1998) aktardığına göre, Marksizme bu nedenle eleştiri getiren Habermas’ın eleştirileri daha sonra, onun, pozitivizm kapsamındaki belirlemelerine ve iletişimsel eylem teorisine bir çerçeve oluşturacaktır.
İletişimsel eylem ile araçsal eylem arasında kesin bir ayrıma giden Habermas’ın bu ayrımını belirleyen temel nitelik amaçlılık gibi görünmektedir. Araçsal eylemin amacında etkililik teknik süreçler ile sorgulanabilen o bildik iktisadi akla çıkarken, iletişimsel eylemde bir konu üzerine uzlaşmaya varmak, uzlaşabilme sürecinde emek gösterebilmektir söz konusu olan. Teknik kişisel ilgiyi gerektirmeyen normatif problemlerin çözümlenmesinde tarafların karşılıklı olarak tartışmaları ve böylelikle probleme ilişkin üzerinde anlaşılabilen bir çözüme varılabileceği, ilke olarak mantıki yoldan bu çözümlere ulaşabilecek kapasitede olduğumuz iddiası Skirbekk’e (2006) göre başkaca bir takım iddialar taşımaktadır: Bu, nomatif sorunlar için evrensel olarak geçerli yanıtlar olduğuna dair görüşün bir türüdür, hem ahlaki göreceliği hem de ahlaki doğmacılığı hedef alır.
Fikir ya da duruş noktasından ziyade kişiler arası tartışmanın önemli olduğu, dolayısıyla tartışmaya tabi olarak ortaya konulan daha iyi bir iddiayı kabul etme olgunluğunu göstermek ve bu bağlamda usulü esas almak gerektiğini belirten Skirbekk’e (2006) göre yanılgıya mahkûm mahlûklar olarak elimizde olan tek yaklaşım budur. Aslında bu yaklaşımda kesin sonuç güvence altına alınmamıştır. Yani sonuçta bir en iyiye ulaşma imkanı kesin gözükmemektedir, ancak başka da altermatif bulunmamaktadır.
Habermas’a göre etkileşimi ifade eden iletişimsel eylem, sembollerle sağlanan eyleme karşılık gelmekte ve karşılıklı olarak beklenti içinde olan en az iki eyleyici özne tarafından anlaşılmış ve kabul edilmiş zorunlu geçerli normlara uymaktadır (Esgin, 2005). Skirbekk’e (2006) göre, bireylerin bu karşılıklı tanımasında gerekli olan normatif unsur “Eşitliktir”, yani bencil ve ben merkezli yanıtlara karşı bir kısıtlama söz konusudur. Daha da ötesi bir evrensellik gerekliliği vardır. Çünkü geçerli argümanlar herkes için geçerli olmalıdır. Bu noktada dilin önemi yeniden ortaya çıkmaktadır. Dil, bir yandan bir tahakküm vasıtası iken bir yandan da içerisinde örtük biçimde evrensel olarak geçerli bir iletişim kuramı ve pragmatiğine olanak sağlamaktadır (Göka ve diğerleri,1999).
Skirbekk, (2006) Habermas’ın bu kuramını “sorunlu ama güçlü kuram” olarak tanımlar: Güçlü, çünkü yanıtından kaçınılması zordur: “Eğer aynı fikirde değilsek buna karşı tartışmalıyız. Ancak bu durumda da reddetmek istediğimiz şeyin tuzağına düşeriz. Aynı fikirde olmayanlar Habermas’tan daha iyi argümanlara sahip olduğunu göstermek zorundalar. Tartışmacı mantık kaçınılmaz bir kaderi temsil eder. Daima tartışmak zorunda değiliz. Ancak belirsizlik ya da anlaşmazlık durumlarının çoğunda son temyiz mahkemesi olarak usule yönelik ve düşünceye dayalı bir rasyonelliğe başvurmalıyız.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder