28 Kasım 2014 Cuma

Uluslararası göç kuramlarının bir değerlendirmesi


Özet
Günümüzde gelişmiş ülkeler uluslararası göçün etkisiyle çeşitli ve çok kavimli bir yapı-
ya ulaştılar. Uluslararası göçü açıklayan tek ve kapsamlı kuramsal açıklama henüz mevcut
değildir. Bu tartışmanın amacı çeşitli modellerin temel varsayımlarını ve hipotezlerini
netleştirmek ve bütüncül bir biçimde sunabilmektir. Kuramlar göçün başlangıcı ve
daha sonra uluslararası yaygınlaşmasını açıklamaya çalışanlar olarak ayrışmışlardır. Baş-
langıç kuramları arasında şunlar vardır: 1) yeni klasik ekonominin makro kuramı; 2)
yeni klasik ekonominin mikro kuramları; 3) hasat sigorta piyasalarına, vadeli işlem
piyasalarına, işsizlik sigortasına ve sermaye piyasalarına atıfta bulunan yeni ekonomi
kuramı; 4) çifte pazar kuramı ve yapısal enflasyon, motivasyon sorunları, ekonomik
dualizm ve emek arzının demografisi ve 5) dünya sistemleri kuramı ve toprak, ham
madde, emek, maddi bağlar, ideolojik bağlar ve küresel şehirler. Yaygınlaşma kuramları
ise azalan risk ve maliyetlere vurgu yapan ağlar kuramı; kurumsal kuram; gelir ve
toprak dağıtımı, tarımsal üretimin örgütlenmesi, göç kültürü, beşeri sermayenin bölgesel
dağılımı ve toplumsal adlandırma faktörleri üzerinden tartışılan biriken-kümülatif
nedensellik ve göç sistemleri kuramını kapsamaktadır. Bu kuramların varsayım ve
önermeleri farklı olsa da esas olarak birbiriyle çelişmezler ancak çok farklı siyasetlerin
oluşmasına yol açmışlardır. Önümüzdeki on yıllarda verilecek siyasi kararlar çok
önemli olacaktır ve bunlar yanlış anlamalara ve çatışmalara yol açma potansiyeli taşı-
maktadırlar. Bu modellere dayanarak, göç edilen ülkelerdeki ücret ve istihdam şartları-
nın düzenlenmesine yönelikpolitikalar oluşturulabilir veya köken ülkelerde pazar ekonomisinin
yapısal değişimini öngören kalkınmayı teşvik edici politikalar üretilebilir.
Anahtar kelimeler: kuramsal çalışmalar; kuramsal modeller; uluslararası göç, göç
politikası; nüfus dinamikleri; göç kuramları.


Yazarlar, çalışma esnasında, uluslararası göç kuramları ve bu kuramları destekleyen
kanıtları sistematik olarak inceleyen IUSSP Güney-Kuzey Komitesi üyeleriydiler. Komitenin
başkanı olan Douglas S. Massey bu tebliğin kaleme alınması görevini üstlendi ancak makalede
dile getirilen fikirler, kavramlar ve sonuçlar komite üyelerinin ortak çalışmasıdır. Komite ilgili
okuyucuların eleştirilerine açık olduğunu belirtmiştir.
www.gocdergisi.com
12
Giriş
Son 30 yılda göç, dünyada önemli bir güç olarak ortaya çıktı. Avustralya, Kanada
ve Amerika Birleşik Devletleri gibi geleneksel göç alan ülkelerde içegöç
akımlarının büyüklüğü arttı ve göçmenlerin genel kompozisyonu kesin bir şekilde,
tarihsel olarak baskın göçmen kaynak ülkeleri olan Avrupa’dan Asya,
Afrika ve Latin Amerika ülkelerine doğru kaydı. Aynı zamanda Avrupa’nın
yüzyıllarca göç veren ülkeleri aniden göçmen alan toplumlara dönüştüler.
1945’ten sonra Batı Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamı yurtdışından ciddi
sayıda işçi çekmeye başladı. Bu göçmenler ilk başta çoklukla güney Avrupa’dan
gelse de 1960’ların sonunda Afrika, Asya, Karayipler ve Orta Doğu’dan gelmekteydiler.
1980’lerde on yıl öncesine kadar zengin kuzey ülkelerine göçmen gönderen
güney Avrupa ülkeleri İtalya, İspanya ve Portekiz dahi Afrika, Asya ve Orta
Doğu’dan işçi ithal etmeye başladı. Aynı zamanda hali hazırda düşük olan ve
düşmeye devam eden doğum hızı, yaşlanan nüfusu ve yüksek yaşam standartlarına
sahip Japonya işçi ihtiyacını karşılamak için artan bir şekilde Asya ve
Güney Amerika’nın yoksul ülkelerinden gelen göçmenlere yönelmeye başladı.
Gelişmiş ülkelerin çoğunluğu çeşitli ve çok kavimli toplumlar haline dönüş-
tü. Bu dönüşümü henüz tamamlamayanlar da bu yönde kararlı bir biçimde
ilerlemekteler. Uluslararası göçün temel bir yapısal özellik olarak neredeyse
tüm sanayileşmiş ülkelerde ortaya çıkışı buna neden olan etkenlerin ne kadar
kararlı ve güçlü olduğunu gösteriyor. İçe göçte son zamanlarda görülen artış
vatandaşları, memurları ve nüfusbilimcileri şaşırttı. Uluslararası göç konusunda
ise genel kabul gören düşünceler 19. yüzyılın kavramlarına, modellerine ve
varsayımlarına dayanmaktadır.
Şu an için tek bir tutarlı uluslararası göç kuramı yoktur. Aksine ekseriyetle
birbirinden ayrı geliştirilmiş ve parçalanmış çok sayıda kuram geliştirilmiştir.
Bunların tümü her zaman disiplin sınırlarıyla ayrılmamıştır. Uluslararası göçe
dair şu andaki örüntüler ve eğilimler çağdaş göç süreçlerinin tam bir şekilde
anlaşılmasının tek bir disiplinin imkânlarıyla veya tek bir analiz düzeyine odaklanılarak
açıklanamayacağını göstermektedir. Aksine göç sürecinin karmaşık ve
çok yönlü doğası çeşitli yaklaşımları, düzeyleri ve varsayımları içeren sofistike
bir kuram gerektirmektedir.
Bu makalenin amacı önde gelen çağdaş uluslararası göç kuramlarını açıklayarak
birleştirmektir. Öncelikle uluslararası insan hareketinin başlangıcını açıklayan
kuramlarla başlayıp daha sonra ulusötesi nüfus akımlarının zaman ve
mekânda neden süreklilik arzettiğini açıklayan kuramları inceledik. Bir kuramı
bir diğerine tercih etmek yerine her kuramı kendi çerçevesi ve kuralları içerisinde
anlayarak temel varsayım ve hipotezlerini aydınlatmaya çalıştık. Ancak
tüm kuramları ayrı ayrı inceledikten sonra farklı kuramsal çerçeveleri karşılaştı-
rıp mantıksal uyumsuzluk olan ve temel anlaşmazlıklar olan alanları ortaya
çıkardık. Bu çalışmada modellerin ampirik değerlendirmesi için sağlam bir temel
sunmayı, 21. yüzyıl için kesin ve kapsamlı bir uluslararası göç kuramı için
temel atmayı amaçladık.Massey vd.
© Göç Dergisi
13
Uluslararası göçün başlaması
Uluslararası göçün neden başladığına dair çeşitli bir dizi kuramsal model önerildi.
Bunların her biri aynı şeyi açıklamayı amaçlamasına karşın birbirinden
radikal olarak farklı kavramlar, varsayımlar ve referans noktaları kullanmaktalar.
Neoklasik ekonomi, ülkeler arasındaki ücret ve istihdam şartlarındaki farklara
ve göçün maliyetine odaklanmaktadır ve genel olarak hareketi geliri maksimize
etmek amaçlı bireysel bir karar olarak anlar. ‘Yeni göç ekonomisi’ ise
sadece emek piyasasındaki koşullara değil, çeşitli diğer pazarlardaki koşullara
bakar. Buna göre göç, hanehalkının ailenin geliri üzerindeki riskleri azaltmak
ya da ailenin üretim faaliyetleri üzerindeki sermaye sınırlamalarını aşabilmek
amacıyla aldığı bir hanehalkı kararı olarak görülür.
İkili İşgücü Piyasası Kuramı ve Dünya Sistemleri Kuramı genel olarak böyle
mikro düzey karar verme süreçlerini önemsemez ve daha üst düzeyde yürü-
yen güçlere ve etkilere odaklanırlar. İkili İşgücü Piyasası Kuramı uluslararası
içegöçü modern sanayileşmiş ekonomilerin yapısal gereksinimlerine bağlarken,
Dünya Sistemleri Kuramı içegöçü ekonomik küreselleşmenin ve pazarın ulusal
sınırları aşarak yaygınlaşmasının doğal bir sonucu olarak görür.
Kuramların nedensel süreçleri bu kadar farklı düzeylerde –birey, hanehalkı,
ulus ve uluslararası- kavramsallaştırmaya çalıştıkları düşünülürse bunların
baştan içsel olarak birbirleriyle uyumsuz oldukları varsayılamaz. Örneğin bireyler
gelirlerini maksimize etmek için hareket ederken aileler riskleri en aza indirmeye
çalışır ve kararların verildiği ortam ulusal ve uluslararası düzeyde yapı-
sal faktörler tarafından şekillenir. Ancak çeşitli modeller farklı araştırma hedeflerini,
araştırma odaklarını, ilgi ve gereksinimlerini ve devasa karmaşık bir konuyu
analitik olarak ele almaya uygun hale getirme yol ve yöntemlerini de yansıtır.
Dolayısıyla bunların tutarlılığını değerlendirebilmek için sağlam bir temel
oluşturmaya bu modellerin iç mantığını, önermelerini, varsayımlarını ve her bir
kuramın hipotezlerini açıkça belirtmeye ve çok iyi anlamaya gerek vardır.
Yeni ekonomi: Makro kuram
Muhtemelen en eski ve en iyi bilinen uluslararası göç kuramı ekonomik kalkınma
sürecinde işçi göçünü açıklamak için geliştirilmişti (Lewis, 1954; Ranis
& Fei, 1961; Harris & Todaro, 1970; Todaro, 1976). Bu kurama ve onun
uzantılarına göre uluslararası göç, aynı iç göç gibi emek arz ve talebindeki coğ-
rafi farklar nedeniyle ortaya çıkar. Sahip olduğu sermayeye göre büyük bir
emek rezervine sahip ülkelerde genel olarak ücretler yüksektir. Bu bildiğimiz
emek arz ve talep eğrilerinde kesişim olarak gösterilir. Bunun sonucunda ortaya
çıkan ücret farkıyla işçiler düşük ücretli ülkeden yüksek ücretli ülkeye göç
ederler. Bu hareketin sonucunda, sermaye zengini ülkede emek arzı artıp ücretler
düşerken, sermaye yoksulu ülkede emek arzı düşer ve ücretler yükselir.
Bu durumda sadece uluslararası göçün maddi ve manevi maliyetini yansıtan bir
uluslararası ücret farkı oluşur.
İşçilerin emek-bol ülkelerden emek-kıt ülkelere akışına benzer biçimde
sermaye-bol ülkelerden sermaye-kıt ülkelere yatırım sermayesi akışı olur. Ser-GÖÇ KURAMLARININ BİR DEĞERLENDİRMESİ
www.gocdergisi.com
14
mayenin yoksul ülkelerde görece kıt olması uluslararası standartlarda yüksek
bir getiri oranı yaratır ve dolayısıyla yatırımı bu ülkelere çeker. Sermaye akışı
aynı zamanda beşeri sermaye akışını kapsar. Yani yüksek nitelikli işçiler sermaye
zengini olan ülkelerden sermayesi kıt olan ülkelere göç ederek beşeri sermayenin
kıt olduğu bir ortamda bilgi ve becerilerine karşılık yüksek getiri sağlamaya
çalışırlar. Bu da yöneticiler, teknisyenler ve diğer yüksek nitelikli işçilerin
paralel bir hareketini yaratır. Dolayısıyla uluslararası emek akışı, uluslararası
beşeri sermaye akışından farklı bir biçimde kavramsallaştırılmalıdır. Makrodüzeyde
değerlendiren modellerde bile göçmenlerin beceri ve yetenek açısından
heterojen oldukları açık bir biçimde kabul edilmelidir.
Yeni Klasik Ekonomi kuramının, uluslararası göçe dair basit ve ikna edici
açıklaması kamuoyunu ciddi biçimde belirlemiş ve göç politikalarına entellektüel
bir temel oluşturmuştur. Bu yaklaşımın çeşitli önerme ve varsayımlarını
söyle sıralayabiliriz:
1. İşçilerin uluslararası göçüne ülkeler arasındaki ücret farkları neden
olur.
2. Ücret farklarının ortadan kaldırılması işçi hareketini sonlandıracaktır
ve bu farkların olmadığı durumda göç olmayacaktır.
3. Beşeri sermayenin –yani yüksek nitelikli işçilerin- uluslararası hareketi
beşeri sermayenin getiri oranlarındaki farktan kaynaklanır. Bu getiri oranları
genel ücret oranlarından farklı olabilir ve niteliksiz işçilerin göçünün aksi yö-
nünde bir göç hareketi yaratabilir.
4. Uluslararası göçü belirleyen emek piyasaslarıdır. Diğer piyasaların
uluslararası göçe önemli etkileri yoktur.
5. Hükümetler için göç akımlarını kontrol etmenin yolu göç veren
ve/veya alan ülkelerde emek piyasasını düzenlemek veya etkilemekten geçer.
Yeni klasik ekonomi: Mikro kuram
Makroekonomik modele uygun olarak bir de bireysel seçime dair mikroekonomik
model vardır (Sjaastad, 1962; Todaro, 1969, 1976, 1989; Todaro & Maruszko,
1987). Bu modelde, rasyonel bireyler fayda-maliyet hesabı yaparak göç
etmeye karar verirler. Çünkü bu hesaba göre, göç hareketinden genellikle parasal
bir pozitif net getiri beklerler. Uluslararası göç, beşeri sermayeye yatırım
biçimi olarak kabul edilir. İnsanlar becerilerini ve bilgilerini en üretken olabilecekleri
yere taşımayı seçerler; ancak daha yüksek ücretlere ulaşmadan göze
almaları ve göğüslemeleri gereken bazı maliyetler vardır. Bu, seyahat etmenin
maddi maliyeti, göç ederken ve iş ararken hayatı idame ettirmenin maliyeti,
yeni bir dil ve kültürü öğrenme çabası, yeni emek piyasasına uyumda yaşanan
zorluklar ve eski bağları koparıp yeni ilişkiler kurmanın psikolojik maliyetlerini
kapsar.
Potansiyel göçmenler, alternatif uluslararası yerlere taşınmanın fayda ve
maliyetlerini hesaplarlar ve belirli bir zaman zarfında tahmin ettikleri beklenen
getirilerinin en yüksek olduğu yere göç ederler (Borjas, 1990). Gelecekteki her
periyot için net getiri bireyin göç ettiği ülkedeki niteliklerine karşılık düşen kazancına
bakılarak ve bunu, ‘varılan ülkedeki kazançları sağlayacak’ bir iş sahibi Massey vd.
© Göç Dergisi
15
olma olasılığıyla (kaçak göçmenler için sınırdışı edilmeme olasılığına) çarparak
hesaplanır. Beklenen kazanç daha sonra köken ülkede kazanılabilecek kazanç-
tan (burada gözlenen kazanç, istihdam olasılığı ile çarpılır) çıkarılır ve sonuç
zaman içinde- 0’dan n’e- toplanır ve bu toplam, paranın şu anki kullanım de-
ğerinin gelecektekinden daha çok fayda/kullanım sağladığını gösteren bir kat
sayı ile çarpılır. Göçten beklenen net getiri hesaplanırken bu entegre farktan
tahmini maliyetler çıkarılır ve göçün net getirisi hesaplanır.
Bu karar verme süreci aşağıdaki denklemde analitik olarak özetlenmektedir:
ER(0) = [P1 (t) P2(t) Yd(t) - P3(t)Yo(t)]e - rt dt - C(0) (1)
Bu formülde ER(0) göç etme anından hemen önce hesaplanan beklenen
net getiridir; t zaman; P1 (t) varılan ülkeden sınırdışı edilmekten kurtulma olası-
lığı (yasal göçmenler için 1.0 ve kayıtdışı göçmenler için <1.0); P2(t) varılan
toplumda iş bulabilme olasılığı; Yd(t) varılan toplumda iş bulunabilirse edinilecek
kazanç; P3(t) köken toplumunda iş bulabilme olasılığı; Yo(t) köken toplumda
iş bulanabilirse edinilek kazanç; r eksiltme faktörü; ve C(0) (psikolojik maliyetler
dahil) hareket maliyetlerinin toplamıdır.
Eğer ER(0) bazı potansiyel hedef ülkeler için pozitif ise, rasyonel aktör
göç eder; negatif olması durumunda ise aktör yerinde kalır ve eğer sıfır ise aktör
hareket etme konusunda kayıtsız kalır. Teorik olarak, potansiyel bir göç-
men, beklenen net getirileri en büyük olan yere gider. Buradan da önceki makroekonomik
formülasyonlardan biraz daha farklı bazı önemli sonuçlar çıkar:
1. Uluslararası hareket hem kazançta hem de beklenen kazancı belirleyen
istihdam oranlarındaki uluslararası farklardan kaynaklanır (önceki model ise
aksine tam istihdam varsayımıyla hareket eder).
2. Olası mali ödül oranını artırma veya hedef ülkede köken ülkeye göre
iş bulma olasılığını artıran bireysel beşeri sermaye özellikleri (örneğin, eğitim,
tecrübe, dil becerileri) diğer koşullar eşit olduğunda uluslararası göç olasılığını
artıracaktır.
3. Bireysel özellikler, sosyal koşullar, ya da göçün maliyetlerini düşüren
teknolojiler, göçün net getirilerini çoğaltarak uluslararası hareket olasılığını
artırır.
4. 2 ve 3’ten dolayı aynı ülke içinde bireyler çok göç eğilimleri sergileyebilirler.
5. Ülkeler arası göç akımları bireysel fayda-maliyet hesaplamaları temelinde
yürütülen bireysel göçlerin basit bir toplamıdır.
6. Uluslararası göç hareketi, ülkeler arasındaki kazanç ve/veya istihdam
oranlarındaki farklılıklar yoksa oluşmaz. Beklenen kazanç (kazanç ve istihdam
oranlarının çarpımı) uluslararası düzeyde (hareketin maliyetleri çıktıktan sonra)
eşitleninceye kadar göç devam eder.
7. Beklenen getirilerin farkının büyüklüğü uluslararasındaki göçakışının
boyutunu belirler. GÖÇ KURAMLARININ BİR DEĞERLENDİRMESİ
www.gocdergisi.com
16
8. Göç kararı, işgücü piyasaları arasındaki dengesizlikler veya kesintilerden
kaynaklanır ve diğer pazarlar göç kararını doğrudan etkilemezler.
9. Göç alan ülkelerde şartlar potansiyel göçmenlere psikolojik olarak cazip
ise, göç maliyetleri negatif olabilir. Bu durumda, negatif bir kazanç farkı
ülkeler arasındaki göçü engellemek için gerekli olabilir.
10. Hükümetler, göçü öncelikle göç alan ve göç veren ülkelerdeki beklenen
kazançları etkileyecek politikalarla kontrol ederler. Örneğin, göçü varılan
ülkede istihdam olasılığını düşürmeye çalışan politikalarla, (işveren yaptırımları
yoluyla) varılan ülkede işsiz kalma riskini artırarak, köken ülkede ücretleri
(uzun vadeli kalkınma programlarıyla) artırıcı politikalarla veya göçün psikolojik
ve maddi maliyetini artırıcı politikalar yoluyla kontrol ederler.
Göçün yeni ekonomisi
Son yıllarda “Göçün Yeni Ekonomisi” modeli Neoklasik teorinin varsayımlarını
ve sonuçlarını sarsmaya başladı (Stark & Bloom, 1985). Bu yeni yaklaşımın
en önemli yanı göç kararlarının bireylerin tek başına aldığı kararlar olmadığı,
ancak bu kararların, birbiriyle alakalı insanlardan oluşan daha büyük birimler
tarafından -aileler veya hanehalkları gibi- verildiğini ileri sürmesidir. Bu birimlerde
insanlar, kollektif olarak sadece beklenen geliri maksimize etmeye değil
aynı zamanda işgücü pazarı dışındaki pazarlarda başarısız olmaya yol açacak
riskleri minimize etmeye çalışırlar (Stark & Levhari, 1982; Stark, 1984; Katz &
Stark, 1986; Lauby & Stark, 1988; Taylor, 1986; Stark, 1991).
Bireylerden farklı olarak, hanehalkları, riskleri kendi refahlarına yönelik
risklere karşı hanehalkının aile işgücü gibi kaynaklarının dağılımını çeşitlendirerek
kontrol etme lüksüne sahiptir. Bazı aile üyeleri, yerel ekonomideki ekonomik
etkinliklerde istihdam edilirken, diğerleri yerel ücret ve istihdam koşullarından
daha iyi olan yabancı işgücü piyasalarında çalışmaya gönderilebilir. Yerel
ekonomik koşullar kötüleşirse ve yeterli gelir elde edilemezse hanehalkı
göçmen dövizleriyle geçinebilir.
Gelişmiş ülkelerde, hane geliri risklere karşı genellikle özel sigorta piyasaları
veya hükümet programları aracılığıyla güvence altındadır, ama gelişmekte
olan ülkelerde bu kurumsal koruma mekanizmaları yoksul aileler için ya mevcut
değildir, ya erişilemezdir ya da mükemmel olmaktan uzaktır. Dolayısıyla bu
risklerin çeşitlendirilmesi için göç teşvik edilir. Dahası, gelişmiş ülkelerde, kredi
piyasaları nispeten gelişmiş olduğu için aileler yeni teknolojilerin edinilmesi
gibi projeleri finanse etme olanağı bulabilirler. Çoğu gelişmekte olan bölgelerde
ise, aksine, kullanılabilir kredi genellikle olmaz ya da sadece yüksek maliyetlerle
sağlanabilir. Aşağıdaki örneklerde olduğu gibi, erişilebilir kamu ya da uygun
fiyatlı özel sigorta ve kredi programlarının yokluğunda, piyasadaki başarı-
sızlıklar, uluslararası hareket için güçlü baskı oluşturur.
Ürün sigorta pazarları
Ne zaman çiftçi haneleri bir ürün için zaman ve para yatırımı yapsalar, bu
yatırımın gelecekte bir tarihte ihtiyaçları olan mal ve hizmetleri almalarına ya
da harcamaları için kullanabilecekleri parayı sağlamak için satabilecekleri bir
ürün elde edebilecekleri üzerine bir bahse girerler. Bir ürünün ekim ve hasat Massey vd.
© Göç Dergisi
17
zamanı arasında insani ya da doğal olaylar hasatı azaltacak veya tamamen ortadan
kaldıracak olaylar gelişebilir ve bu da aileyi yetersiz bir gelir veya hayatta
kalmak için yeterli olmayan yiyecek stoğuyla başbaşa bırakabilir. Aynı şekilde
(örneğin yüksek verimli tohum veya yeni ekim yöntemleri gibi), yeni tarım
teknolojilerinin kullanılmaya başlanması çiftçi hanelerinin karşılaştığı öznel
riskleri değiştirebilir. Eğer gelişim uzmanının önerisi doğru ise kullanılacak
yeni tür bir tohum çiftinin verimini artırabilir; ancak yanlış ise, hanehalkı yetersiz
gıda veya yetersiz gelirle yüzyüze kalacaktır.
Gelişmiş ülkelerde, bu tür nesnel ve öznel riskler, resmi sigorta düzenlemeleriyle
güvence altına alınır. Yani tarım üreticileri bir şirkete ya da hükümete
bir ücret ödeyerek olası ürün kaybına karşı mahsulü sigortalar. Sigorta yapan
kurum olası mahsül kayıplarına karşı riski üstlenir ve bir kuraklık veya sel hasata
zarar verirse ya da kullanılan yeni teknoloji geri teperse, üreticiye sigortalanmış
ürünün piyasa değerini öder ve böylelikle ailenin ekonomik refahını
garanti eder. Ürün sigortasının mevcut olmadığı durumda,ailelerin hasat başarısız
olsa bile gelirlerini garantiye almak amacıyla, kazandığı dövizi geride kalan
ailesine gönderecek bir veya daha fazla sayıdaişçiyi yurtdışına göndermesi yö-
nünde teşvik edici bir durum söz konusudur.
Vadeli piyasalar (Futures markets)
Bir hane ne zaman bir ürün ekse bu ürünün hasat vaktinde ailenin geçimini
sağlayacak veya refahını iyileştirecek yeterli bir fiyata satılabileceğini varsayar.
Ancak bu varsayımda ürün için fiyatın beklenenin altında gerçekleşme
riski vardır ve aile yetersiz bir gelirle karşı karşıya kalabilir. Gelişmiş ülkelerde
fiyat riskine karşı çiftçilerin ürünün tamamını veya bir kısmını garantili bir fiyata
gelecekte teslim edilmek üzere vadeli piyasalar aracılığıyla satma olanakları
vardır. Yatırımcılar, fiyatların garanti edilen fiyatın altında kalma riskini üstlenirler
ve fiyat bunun üzerine çıkarsa da fazladan kazanç elde ederler. Çoğu
gelişmekte olan ülkede vadeli -futures- piyasalar ya yoktur ya da var oldukları
zaman da yoksul çiftçiler bu piyasalara erişemezler. Bu durumda göç, çiftçi
ailelere ürün fiyat dalgalanmalarına karşı kendi kendine bir sigorta mekanizması
sunar.
İşsizlik sigortası
Çok sayıda çiftçi ailenin yanısıra, tarım dışı aileler aile işçilerinin kazandığı
ücretlere bağımlıdır. Eğer yerel ekonomik şartlar kötüleşir ve istihdam düzeyleri
düşerse veya bir aile işçisi sakatlanır ve çalışamaz hale gelirse, hanenin ya-
şamı gelirin azalması veya tamamen ortadan kalkması riski ile karşılaşabilir.
Varsıl ülkelerde, hükümetler, bu risklere karşı işçileri ve onların ailelerini koruyacak
sigorta programları sağlarlar ancak yoksul ülkelerde bu tür işsizlik ve
engelli programları ya yoktur ya da kapsam olarak sınırlıdır. Dolayısıyla, yine
aileleri yurtdışına işçi göndermek için teşvik edici bir durum sözkonusudur.
Yabancı ve yerel işgücü piyasalarında istihdam koşulları arasında ters orantılı
ya da orantısız bir durum söz konusuysa uluslararası göç, aile ücretleri üzerindeki
riski azaltmanın bir yolu olur ve göçmen dövizleri şeklinde güvenilir
bir gelir akışı sağlanarak aile desteklenir. Ayrıca göç, göçmen dövizleri olsa da
olmasa da bu işlevi yerine getirir. Göçmenler, resmi sigorta sözleşmeleri gibi
sadece kayıplar olduğunda ödeme yapmak (döviz göndermek) durumundadır.
Ancak doğrudan veya dolaylı bir sigorta düzenlemesinin varlığı da ailenin ekonomik
davranışı üzerinde önemli bir etki yapabilir ve bu sigortaya sahip olma
arzusu ailelerin uluslararası göçe katılmalarının temel bir nedeni olabilir.
Sermaye Piyasaları
Haneler varlıklarının verimliliğini artırmak isteyebilirler, ama bunu yapmak
için, bu ek yatırımları yapmak adına sermaye bulmaları gerekir. Çiftçi aileler,
örneğin tarlalarını sulamak, gübrelemek, bilimsel yöntemlerle geliştirilmiş tohum
satın almak ya da makine almak isteyebilirler ama bu girdileri satın almak
için gerekli paraları olmayabilir. Tarım dışı aileler hanehalkı üyelerinin eğitim
veya mesleki eğitimine yatırım yapmak isteyebilirler ya da tüketici pazarlarında
satılabilecek mallar üretmek için sermaye elde etmek isteyebilirler ancak onların
da bu masraflarını karşılamak için paraları olmayabilir. Gelişmiş ülkelerde
yatırımlar ya tasarruflarla ya da borçlanmayla yapılır. Her iki olanak da sağlam
ve verimli bir bankacılık sistemine erişimle desteklenir. Gelir değişken ise
borçlanma tüketim riskine karşı da koruma sağlayabilir. Ancak pekçok geliş-
mekte olan ülkede tasarruf kurumları güvenilmez ya da az gelişmiştir, dolayı-
sıyla insanlar bu kurumlara tasarruflarını emanet etmede isteksizdir.
Aile kredi alabilmek için gerekli teminata sahip olmadığıdan ihtiyaç duyulan
fonları almak zor olabilir. Bunun nedeni kredi sermayesinin kıt olması ve
bankacılık sisteminin öncelikle varlıklı kesimlerin ihtiyaçlarına hizmet vermesi
ve kapsama alanının darlığındandır. Yoksul aileler için, tek borçlanma olanağı
yüksek faiz uygulayarak borçlanmayı çok pahalı hale getiren yerel tefecilerdir.
Bu koşullar altında, göç bir alternatif sermaye kaynağı olarak verimlilik artışı ve
tüketimin istikrarını sağlayacak bir araç olarak cazip hale gelir. Ailenin bir veya
daha fazla işçiyi tasarruflarını biriktirip göçmen dövizi olarak aileye geri
yollması amacıyla yurtdışına göndermesi için güçlü bir teşvik söz konusu olur.
Yukarıdaki tartışmada önemli bir önerme neoklasik iktisadın varsaydığı gibi
gelirin homojen olmadığıdır. Gelir kaynağı gerçekten önemlidir ve haneler
bu yatırımlar mutlak toplam gelir artışı sağlamasa bile bazı etkinlikler ve yeni
gelir kaynaklarına erişim sağlayan projelere kıt aile kaynaklarını yatırmak için
önemli teşvikler görürler.
Yeni göç ekonomisi yaklaşımı aynı zamanda gelirin farklı sosyo-ekonomik
koşullarda sabit bir değeri olduğu varsayımını da - örneğin gelirdeki 100 $ reel
artış, yerel toplum koşulları ne olursa olsun ve gelir dağılımı içinde kendi pozisyonu
ne olursa olsun aynı şeyi ifade eder- sorgular. Yeni ekonomi teorisyenlerine
göre haneler sadece mutlak anlamda ailenin gelirini artırmak için değil,
aynı zamanda diğer hanelere oranla gelir durumlarını da iyileştirmek için, dolayısıyla
göreli yoksunluğu azaltmak amacıyla yurtdışına işçi gönderirler (Stark,
Taylor,& Yitzhaki, 1986, 1988; Stark ve Yitzhaki, 1988; Stark &Taylor, 1989,
1991; Stark, 1991).
Bir hanehalkının göreli yoksulluk algısı referans grubunun gelir dağılımına
bağlıdır. F(y) kümülatif gelir dağılımı ise ve h[1-F(y)] geliri y olan hanenin y’den
biraz daha yüksek bir gelir (yani, y + Δ) sahibi olmadığı için hissettiği tatmin-Massey vd.

ymax
y
işsizliği temsil ederse geliri y olan bir hanenin göreli yoksunluğu kavramsal olarak
şöyle ifade edilebilir:
RD(y) = h[1 – F(z)] dz (2)
Burada ymax toplumda bulunan en yüksek geliri temsil eder. Eğer h[1 –
F(y)] = 1 – F(y) ise, bu ifade iki şeyin toplamına denktir: gelirleri y’den yüksek
olan hanelerin toplam içindeki payı ve bu yüksek hanehalkı gelirleri ile y arasındaki
farkların ortalaması (Stark & Taylor, 1989).
Göreli gelir kavramını anlamak için varsıl hanelerin gelirinde bir artış olduğunu
düşünün. Yoksul hanelerin gelirleri değişmezse, o zaman onların göreli
yoksunluğu artar. Eğer hanehalkının gördüğü fayda göreli yoksulluktan
olumsuz etkileniyorsa, yoksul hanenin mutlak geliri ve göçten beklediği kazançlar
değişmese dahi ve eğer hane bir aile üyesini yurtdışına gönderdiğinde
yaşadıkları toplum içinde göreli bir gelir artışı sağlayacaklarını umuyorlarsa
uluslararası göçe katılım teşviki güçlenir. Böylelikle göç olasılığı diğer hanehalklarının
gelirindeki değişimden dolayı göç etme olasılığı artar. Yoksul haneler
için yerel düzeyde gelir elde etme fırsatlarını kısıtlayan piyasa başarısızlıkları
da göçün göreli gelir artışını etkileyecek bir yol olarak cazibesini artırabilir.
"Yeni ekonomi" göç modeli üzerinden gelişen kuramsal modeller neoklasik
kuramdan oldukça farklı önermeler ve hipotezler ortaya atarlar ve bunların
üzerinden çok farklı siyasi reçeteler sunarlar:
1. Göç araştırmalarına uygun analiz birimi özerk birey değil, aileler, hanehalkları
veya diğer kültürel olarak tarif edilen üretim ve tüketim birimleridir.
2. Ücret farkı, uluslararası göç hareketi için gerekli bir koşul değildir; haneler
ücret farklılıklarının yokluğunda bile ulusötesi hareketlilik yoluyla risklerini
çeşitlendirmek için güçlü teşvikler bulabilir.
3. Uluslararası göç ve yerel istihdam veya yerel üretim birbirini dışlayan
olasılıklar değildir. Hanehalkları için hem göçe katılım ve hem de yerel etkinliklere
girişme yönünde güçlü teşvikler söz konusudur. Aslında böylelikle yerel
ekonomik faaliyetlerden elde edilen gelirdeki bir artışla bu faaliyetlere daha çok
yatırım yapılabilmesinin önündeki sermaye ve risk kısıtlamalarını aşmanın bir
yolu olarak göçün çekiciliği artabilir. Böylece göçmen gönderen bölgelerdeki
ekonomik kalkınma uluslararası göç yönündeki baskıların azalması anlamına
gelmeyebilir.
4. Ülkeler arasındaki ücret farklarının ortadan kaldırılması uluslararası
hareketin duracağı anlamına gelmez. Eğer göç veren ülkelerde diğer piyasalar
mevcut değilse, kusursuz değilse veya dengesiz ise uluslararası göçü teşvik edici
etkiler devam eder.
5. Gelir dağılımında farklı konumlarda bulunan hanehalkları ya da kendi
içinde farklı gelir dağılımına tabi hanehalkları için gelirde beklenen eşit kazançc
bu hanehalklarının göç olasılığını eşit oranda etkilemeyecektir.
6. Hükümetler göç hızlarını sadece işgücü piyasasını etkileyen politikalarla
değil aynı zamanda sigorta piyasalarını, sermaye piyasalarını ve vadeli (futures)
piyasaları şekillendiren politikalarla da etkileyebilirler. Hükümet sigorta
programları özellikle işsizlik sigortası uluslararası hareketlilik teşviklerini
önemli oranda etkileyebilir.
7. Gelir dağılımını şekillendiren hükümet politikaları ve ekonomik deği-
şiklikler bazı hanehalklarının göreli yoksulluğunu değiştirecektir ve dolayısıyla
bu hanehalklarının göç etme yönündeki teşviklerini de değiştirecektir.
8. Gelir dağılımını etkileyen hükümet politikaları ve ekonomik değişiklikler
ortalama gelire olan etkisinden bağımsız olarak uluslararası göçü etkileyecektir.
Hatta göç veren alanlarda daha yüksek bir ortalama gelir oluşmasına yol
açan hükümet politikaları, bu gelir artışından göreli yoksul hanehalkları faydalanmıyorsa
göçü artırabilir. Buna karşılık eğer göreli zengin hanehalkları gelir
artışından faydalanmıyorsa bu politikalar göçü azaltabilir.
İkili işgücü piyasası kuramı
Neoklasik beşeri sermaye kuramı ve göçün yeni ekonomisi modeli esas itibariyle
mikro-düzey karar verme modelleri olmalarına karşın, uluslararası göçün
kaynağı ve doğasına dair farklı sonuçlara varırlar. Bu farklar, kararı verdiği varsayılan
birimlerin (birey veya hanehalkı), maksimize veya minimize edilen şeyin
(gelir veya risk), karar verilen ekonomik toplu duruma dair varsayımların (tam
ve iyi işleyen piyasalara karşı kusurlu piyasalar) ve göç kararının ne ölçüde toplumsal
durumla ilişkilendirildiğinin (gelirin mutlak rakamlarla mı yoksa bir referans
gruba göreli olarak mı değerlendirildiği) farklı olmasından kaynaklanmaktadır.
Bireyler tarafından verilen kararları bir kenara bırakarak bu akılcı
tercih modellerinden apayrı bir yerde duran ikili işgücü piyasası modeli ise
uluslararası göçün modern sanayi toplumlarının içsel işgücü gereksiniminden
kaynaklandığını ileri sürer.
Uluslararası göçün gelişmiş ulusların ekonomik yapısından kaynaklanan iç-
sel ve sürekli bir işgücü ihtiyacından kaynaklandığını ileri süren Piore (1979)
bu kuramsal bakışın en güçlü ve seçkin savunucularından biri olmuştur. Piore’ye
göre, içegöç, göç veren ülkelerdeki itme etkilerinden (düşük ücretler veya
yüksek işsizlik) kaynaklanmaz, göç alan ülkelerdeki çekme etkilerinden (kronik
ve kaçınılmaz bir yabancı işçi gereksinimi) kaynaklanır. Bu sistemik göçmen
işgücü talebi gelişmiş sanayi toplumlarının ve ekonomilerinin dört temel niteli-
ğinden kaynaklanır.
Yapısal enflasyon
Ücretler sadece arz ve talep koşullarını yansıtmaz, aynı zamanda statü,
prestij ve ücretlerin ait olduğu işlere atfedilen toplumsal nitelikleri de yansıtır.
Genel olarak, insanlar ücretlerin toplumsal statüyü yansıtması gereğine inanırlar
ve mesleki statü ve ücret arasındaki ilişkiye dair çok katı nosyonları vardır.
Bunun sonucu olarak işverenler ücret belirlerken işçi arzındaki değişikliklere
karşılık vermede çok da serbest değildirler. Çeşitli gayriresmi toplumsal beklentiler
(sendikaların toplu sözleşmeleri, kamu hizmeti kuralları, bürokratik
düzenlemeler, şirketlerin iş sınıflamaları gibi) ve resmi kurumsal mekanizmalar
ücretlerin insanların algıladığı ve beklediği itibar ve statü hiyerarşilerine uygun
olmasını sağlarlar.Massey vd.
İşverenler mesleki hiyerarşinin en altındaki işleri kalifiye olmayan işçiler
için cazip kılmak istediklerinde basitçe ücretleri artıramazlar. Hiyerarşinin en
dibindeki ücretleri artırmak statü ve ücret arasındaki toplumsal olarak tarif
edilmiş dengeyi sarsabilir. En dipteki ücretler artarsa hiyerarşinin diğer katmanlarındaki
ücretlerin de artması yönünde çok güçlü bir baskı oluşacaktır.
Örneğin giriş düzeyinde işgücü bulma sıkıntısıdan kaynaklı olarak garson yardımcılarının
ücreti artırılıyorsa artan ücretler garsonların ücretleriyle eşitlenebilir
ve garsonların statüsünü tehdit edebilir ve kabul görmüş toplumsal hiyerar-
şiyi zedeler. Bunun sonucu olarak garsonlar eşdeğer bir ücret artışı talep ederler;
bu ise aşçıların pozisyonunu tehdit eder ve aşçılar işverene ücret artışı için
baskı yapar. İşçiler bu çabalarında sendika temsilcilerinden ve sözleşmelerinden
yardım görebilirler.
Dolayısıyla işverenler için düşük ücretli işçileri çekebilmek için yapılacak
bir ücret artışı sadece bu işçilerin ücretini artırma maliyetinden ibaret değildir.
Toplumsal beklentilerle uyumlu olması için ücretler iş hiyerarşisinin tamamı
için orantılı bir biçimde artırılmak durumundadır. Bu yapısal enflasyon dedi-
ğimiz meseleyi gündeme getirir. Dolayısıyla işverenlerin (örneğin düşük ücretleri
kabul edecek göçmen işçi ithal etmek gibi) daha kolay ve daha ucuz çö-
zümler arayışında olduğunu varsayarsak, işgücü kıtlığı olan dönemlerde alt
düzeydeki ücretleri artırarak yerli işçileri cezbetmek pahalı ve rahatsız edicidir.
Motivasyon sorunları
İnsanlar sadece gelir için değil, aynı zamanda toplumsal statü birikimi ve
statünün devamı için çalıştıklarından mesleki hiyerarşiler işçilerin motivasyonu
için kritik önem arzeder. İş hiyerarşisinin en dibinde sürdürülecek bir statü
olmadığından ve yükselmek için çok az yol olduğundan akut motivasyon sorunları
yaşanır. Çünkü en dip işgücü piyasasından çıkarılamayacağı için sorun
kaçınılmaz ve yapısaldır. En düşük ve en az istenen iş sınıflarının mekanizasyon
yoluyla ortadan kaldırılması sadece daha önce en dibin bir üstünde yer
alan işlerden oluşan yeni bir dip kategori yaratacaktır. Tüm hiyerarşilerde bir
dip olmak zorunda olduğundan motivasyon sorunları kaçınılmazdır. İşverenlerin
ihtiyacı olan, bu en dip düzey işleri sadece para kazanmak için bir araç olarak
algılayan ve çalışmayı statü veya itibarla ilişkilendirmeyen ve sadece gelir
kaynağı olarak gören işçilerdir.
Göçmenler, en azından göç kariyerlerinin başında, çeşitli nedenlerden ötü-
rü bu gereksinimi karşılarlar. Göçmenlerin çoğu, başlangıçta, geldikleri toplumda
statülerini veya -ev inşa etmek, okul ücretlerini ödemek, toprak almak,
tüketim malları almak gibi- refahlarını artıracak belirli bir amaç için para kazanmaya
çalışan amaçlı-kazanıcıdırlar. Bunun ötesinde, gelişmiş ve gelişmekte
olan toplumlar arasındaki yaşam standardı farkları, yurtdışındaki düşük ücretlerin
bile köken topluluğun standartlarında çok cömert ve yüksek görünebilir.
Göçmen işçi yurtdışında bir işin düşük statülü olduğunu anlasa bile kendisini
göç alan toplumun bir parçası olarak görmez. Kendisini daha ziyade, yurtdı-
şında çalışmanın ve güçlü döviz göndermenin önemli derecede onurlu ve prestijli
olarak algılandığı köken topluluğunun bir parçası olarak görür.
Ekonomik düalizm
İşgücü ve sermaye arasındaki içsel ikilikten ötürü ikiye ayrılmış işgücü piyasaları
gelişmiş ekonomilerin ana özelliklerinden olagelmiştir. Sermaye üretimin
sabit faktörlerinden biridir, dolayısıyla talep düşünce atıl kalabilir ancak
tamamen hesap dışı tutulamaz ya da bir başka ifadeyle sermaye işten çıkarılamaz.
Sermaye sahipleri sermayenin işsizlik maliyetini karşılamak zorundadır.
İşgücü, talep düştüğünde bırakılabilen değişken bir faktördür ve işçiler kendi
işsizliklerinin maliyetini karşılamak zorunda bırakılırlar. Mümkün olan her durumda
sermaye sahipleri ekipman maliyetlerini idame ettirebilecek düzeyde
istikrarlı bir talebi sabit tutmaya çalışırken talebin değişken kısmını ise ekstra
işgücü ile karşılamaya çalışırlar. Böylece sermaye yoğun yöntemler temel talebi
karşılamak için kullanılırken işgücü yoğun yöntemler mevsimsel ve dalgalı talep
için kullanılır. Bu ikilik işçiler arasında işgücünün ikiye ayrışmasına yol açan
farklılıklar yaratır.
Sermaye yoğun birincil sektörde çalışan işçiler istikrarlı ve en iyi ekipman
ve araçlarla çalışılan işleri alırlar. İşverenler özel mesleki eğitim sağlayarak bu
işçilere yatırım yapmaya zorlanır. Bu işçilerin işleri karmaşıktır ve belirli düzeylerde
bilgi ve deneyim gerektirir ve böylece firmaya özel beşeri sermaye olu-
şumuna yol açar. Birincil sektör işçileri büyük oranda profesyonelleşme ve
sendikalaşma eğilimi gösterirler ve sözleşmelerinde atıl kaldıklarında işverenlerin
karşılamak zorunda olduğu kıdem tazminatı, işsizlik ödemeleri gibi maliyetler
söz konusudur. Bu maliyetler ve süreğen zorunluluklardan dolayı birincil
sektördeki işçileri işten çıkarmak çok maliyetlidir. Bunlar daha çok sermayeye
benzerler.
Ancak işgücü yoğun ikincil sektörde çalışanların istikrarsız ve kalifiye olmayan
işleri vardır. Bunlar her an, işverene çok düşük maliyet getirerek ya da
hiçbir maliyet getirmeden işten çıkarılabilirler. İşlerin kesat olduğu dönemde
işçileri elde tutarsa, işveren gerçekten de zarar edecektir. İşlerin kötü gittiği
dönemlerde ikincil sektör işverenlerinin ilk yaptığı şey işten çıkarmalardır.Bunun
sonucu olarak işverenler işsizlik maliyetini işçilere yüklerler.Dolayısıyla
işçiler üretimin değişken bir faktörü olarak kalırlar ve gözden
çıkarılabilirler.
Dolayısıyla, emek ile sermaye arasındaki içsel düalizm, bölünmüş bir işgü-
cü piyasa yapısı biçiminde emek gücüne doğru genişler. İkincil sektörlerdeki
düşük ücretler, istikrarsız koşullar ve hareketliliğe yönelik makul olanakların
eksikliği, ücretlerin daha yüksek, işlerin daha güvenlikli ve mesleki gelişim
imkânının olduğu birincil, sermaye-yoğun sektörlere çekilen yerli işçileri çekmeyi
zorlaştırır. Ücretlerin daha yüksek, işlerin daha güvenlikli ve mesleki geli-
şim imkanının olduğu birincil sermaye yoğun sektörüne sürüklenen yerel işçileri
düşük ücretlerin, istikrarsız koşulların ve değişkenliğe yönelik makul olanakların
eksik olduğu ikincil sektöre çekmeyi zorlaştırır. İkincil sektörlerdeki
talep eksikliğini doldurmak için, işverenler yüzlerini göçmenlere çevirirler.
Emek arzının demografisi
Pazar ekonomilerinde içkin olan düalizm ile birlikte, modern mesleki hiyerarşilerde
görülen motivasyon problemleri ve yapısal enflasyon, hoşnut olma-Massey vd.
yan koşullar altında, düşük ücretlerle, artan istikrarsızlıkla ve çok düşük bir
terfi şansıyla çalışmaya istekli olan işçilere yönelik kalıcı bir talep yaratır. Geç-
mişte bu talep kısmen, sosyal statüleri ve karakteristik özellikleriyle bu tarz
işlere yatkın olan iki grup insan tarafından karşılanmaktaydı: Kadınlar ve genç-
ler.
Tarihsel olarak kadınlar, ilk doğumlarına dek ve daha az ölçüde çocuklar
büyüdükten sonra emek gücüne dâhil olma eğiliminde olmuşlardır. Onlar ailelerine
ve kendilerine ek gelir sağlamak için çalışmışlardır. Evin geçimini sağlayan
birincil kişiler olmamışlardır ve başlıca sosyal kimlikleri bir kız kardeş, eş
veya anne şeklinde olmuştur. Çalışmayı geçici, kazancı ek olarak gördüklerinden
dolayı düşük ücrete ve istikrarsızlığa rağmen çalışmaya istekli olmuşlardır;
sahip oldukları pozisyonlar, temeli aile içinde yatan esas sosyal statüleri için
tehdit edici olmamıştır.
Benzer bir şekilde, gençler tarihsel olarak ekstra para kazanmak, tecrübe
elde etmek ve farklı mesleki roller denemek amacıyla değişen sıklıklarda emek
gücüne girip çıkmışlardır. Kariyer şansının olmadığı işleri sorunlu bulmamış-
lardır, çünkü gelecekte okulu bitirdikten, deneyim elde ettikten veya yerleştikten
sonra daha iyi işler bulacaklarını ummuşlardır. Dahası gençler sosyal kimliklerini
mesleklerinden değil, ebeveynlerinden veya kendilerini yönlendiren
ailelerinden almaktadırlar. Çalışmayı temelde harçlık parası kazanmanın bir
yolu olarak görürler. Para ve satın aldığı şeyler akranları arasındaki statülerini
geliştirmektedir ve iş bu amaca hizmet eden bir araçtır.
Ancak gelişmiş endüstriyel toplumlarda üç temel sosyo-demografik eğilim
sonucunda giriş seviyesindeki işçilerin iki kaynağı zamanla azalmıştır: Kadınların
işlerini gelirin yanı sıra sosyal statü odaklı bir kariyere dönüştürecek şekilde
emek gücüne artan oranda dâhil olmaları; kadınların mesleklerini birincil gelir
desteğinin kaynağı haline getiren boşanma oranlarının artması; işgücüne dahil
olan çok küçük gençtopluluğu üreten örgün öğretimin genişlemesi ve doğum
oranlarının azalması. Düzenli işlere olan yapısal taleple bu tür işçilerin yurt
içinde sınırlı arzı arasındaki dengesizlik göçmenlere yönelik uzun vadeli talebi
artırmıştır.
İkili işgücü piyasası kuramı, mikro-ekonomik modellerin öngördüğü gibi
aktörlerin rasyonel, kendi çıkarlarına uygun kararlar aldığı görüşünü ne savunmakta
ne de reddetmektedir. Örneğin sanayileşmiş ülkelerde insanların
düşük ücretli mesleklere atfettikleri olumsuz özellikler, yabancı işçiler için istihdam
fırsatları açabilmekte; böylelikle bekledikleri kazançları arttırmakta, risk
ve kredi sınırlarını aşma kapasitelerini güçlendirmekte ve aile üyelerinin yurtdı-
şına gönderilmesiyle hanelerin nisbi gelir kazancı elde etmelerini sağlamaktadır.
İşverenlerce işe alınmalar uluslararası hareket üzerindeki enformasyonel ve
diğer sınırlamaların aşılmasına yardımcı olmakta, göçün değerini ailenin gelir
elde etmesini veya risk dağılımınayönelik bir strateji olarak artrmaktadır.
Neo-klasik iktisat ile içsel bir tezatlık barındırmasa da ikili işgücü piyasa
teorisi mikro-seviye karar modellerinden doğanlardan oldukça farklı olan sonuçlar
ve çıkarımlar taşımamaktadır:GÖÇ KURAMLARININ BİR DEĞERLENDİRMESİ
www.gocdergisi.com
24
1. Uluslararası emek göçü büyük oranda talebe bağlıdır ve gelişmiş toplumlardaki
işverenler veya onlar lehine hareket eden hükümet tarafından yapı-
lan işe alımlarla başlatılır.
2. Göçmen işçilerin talebi, ekonominin yapısal ihtiyaçlarından ileri geldi-
ği ve teklif edilen ücretlerden ziyade işe alım pratikleriyle ifadesini bulduğundan,
uluslararası ücret kademeleri emek göçünün gerçekleşmesi için ne zorunlu
ne de yeterli bir koşuldur. Gerçekte işverenler ücretleri sabit tutarken işçi
alımlarını teşvik ederler.
3. Göçmen alımı yapan toplumlardaki düşük seviyedeki ücretliler, göç-
men işçilerin arzındaki bir artışa tepki vermezler; toplumsal ve kurumsal mekanizmalarca
baskı altındadırlar ve arz ile talepteki kaymalara tepki verme özgürlükleri
yoktur.
4. Düşük seviyeli ücretler göçmen işçilerin arzındaki bir artışın sonucu
olarak düşebilir; çünkü düşük seviyeli ücretlerin yükselmesini önleyen toplumsal
ve kurumsal denetim unsurları onların düşmesini önlemez.
5. Hükümetler ücretlerde veya istihdam oranlarında küçük değişiklikler
getirecek politikalar yoluyla uluslararası göçe pek etki etmezler; göçmenler yapısal
olarak modern ve post-endüstriyel ekonomilerde var olan bir emek talebini
doldurmaktadırlar ve bu talebe etki etmek için ekonomik örgütlenmede
önemli değişikliklere gidilmesi gerekmektedir.
Dünya sistemleri kuramı
Wallerstein’in eserinden (1974) yola çıkan çeşitli sosyoloji kuramcıları, uluslararası
göçün kökenlerini belli ulusal ekonomilerdeki emek pazarının ikiye ayrılmasıyla
değil, 16. yüzyıldan bu yana gelişen ve genişleyen dünya pazarının
yapısıyla bağlantılandırmışlardır (Portes & Walton, 1981; Petras, 1981; Castells,
1989; Sassen, 1988, 1991; Morawska, 1990). Bu kurama göre kapitalist ekonomik
ilişkilerin çevresel ve kapitalist olmayan toplumlara tesir etmesi yurtdı-
şına göç etmeye yatkın hareketli bir nüfus yaratmaktadır. Bu kurama göre çevredeki
kapitalist ilişkilerin yayılması kapitalist olmayan toplumlarda yurt dışına
göç etmeye yatkın hareketli bir nüfus yaratmaktadır.
Daha yüksek karlar ve zenginlik arzusuyla harekete geçen kapitalist şirketlerin
sahipleri ve yöneticileri arazi, hammadde, emek ve yeni tüketici pazarları
arayışıyla dünya ekonomisinin çevresindeki fakir ülkelere girmektedirler. Geç-
mişte bu pazar genişlemesine sömürgeci toplumlardaki ekonomik çıkarlar lehine
fakir bölgeleri yöneten sömürgeci rejimler eşlik etmiştir. Bugün aynı olgu,
dünya ekonomisine ya kapitalistlerin kendileri olarak katılan ya da uluslarının
kaynaklarını uygun şartlarla küresel firmalara sunan ulusal elitlerin gücünü arttıran
neo-kolonyal hükümetlerle ve çok uluslu şirketlerce mümkün hale getirilmektedir.
Dünya sistemleri kuramına göre göç, kapitalist gelişim sürecinde kaçınılmaz
olarak gerçekleşen çözülmelerin ve altüst oluşların doğal bir büyümesidir.
Kapitalizm Batı Avrupa, Kuzey Amerika, Okyanusya ve Japonya’daki merkezinden
dışa doğru yayıldıkça, dünyanın çok daha büyük bir bölümü ve insan
nüfusunun sürekli artan kısmı küresel pazar ekonomisine dâhil olmuştur. Çev-Massey vd.
© Göç Dergisi
25
Çevre ülkelerdeki toprak, hammadde ve emek pazarların etkisine ve denetimine
girdikçe, göç dalgaları kaçınılmaz olarak ortaya çıkmış, bir kısmı daima yurtdı-
şına kanalize olmuştur (Massey, 1989).
Toprak
Mevcut tarımsal kaynaklardan azami kar elde etmek ve küresel mal piyasalarında
rekabet etmek amacıyla, çevresel bölgelerdeki kapitalist çiftçiler arazi
üzerindeki mülkiyetlerini sağlamlaştırmaya, üretimi mekanize etmeye, ihracata
yönelik üretim yapmaya ve gübre, böcek zehirleri ve yüksek getirili tohumlar
gibi endüstriyel girdileri kullanmaya çalışırlar. Toprak konsolidasyonu miras ve
yaygın kullanım hakları üzerine temellenmiş geleneksel toprak kiracılığı sistemini
yok eder. Mekanizasyon el emeğine duyulan ihtiyacı azaltır ve birçok tarımsal
işçiyi üretim için atıl hale getirir. İhracata yönelik üretimin gelişi geçimlik
üretime dayalı geleneksel sosyal ve ekonomik ilişkilerin altını oyar, hammaddeye
yönelik ihracat ürünlerinin ikamesi ilegeçime dayalı geleneksel sosyal
ve ekonomik ilişkileri zayıflatır (Chayanov, 1966); ve modern girdilerin kullanımı
düşük birim maliyetlerle yüksek getirili tarımsal üretim sağlayıp küçük,
kapitalist olmayan çiftçileri yerel pazardan dışlar. Bu etmenlerin tümü, yerel
tarımsal topluluklara olan bağlılıkları zayıflamış ve topraktan kopmuş hareketli
bir emek gücünün yaratılmasınasebep olur.
Hammaddeler
Küresel pazarlarda satılmak üzere hammaddelerin temin edilmesi, ücretli
emeğe dayanan endüstriyel yöntemleri şart koşar. Eskiden çiftçilik yapanlara
ücret önerilmesi, karşılıklılık sistemine ve sabit rol ilişkilerine dayalı sosyal ve
ekonomik örgütlenmelerin geleneksel biçimlerini ortadan kaldırır ve bireycilik,
özel kazanç ve sosyal değişim gibi yeni kavramlara dayalı olarak ortaya cıkan
işgücü piyasasını yaratır. Bu eğilimler aynı zamanda, gelişmekte olan bölgelerde
emeğin genellikle uluslararası pazara açılacak şekilde coğrafi hareketliliğini teş-
vik eder.
İşgücü
Merkez kapitalist ülkelerden gelen şirketler, genellikle anlayışlı (sympathetic)
hükümetlerce özel serbest üretim bölgeleri içinde, düşük ücret oranlarından
yararlanan montaj sanayiler kurmak için gelişmekte olan ülkelere girerler. Fabrika
işçilerine yönelik talep yerelemek piyasalarını güçlendirir ve geleneksel
üretici ilişkilerini zayıflatır. Ancak talep edilen emeğin büyük kısmı kadın eme-
ğidir ve neticesinde işgücünün kadınlaşması erkeklerin olanaklarını kısıtlar;
ancak yeni fabrika işleri çok zorlu ve az ücretli olduğundan, kadınlar birkaç yıl
çalıştıktan sonra yeni iş imkânları aramak üzere ayrılma eğilimindedirler. Yabancılara
ait fabrikaların çevresel bölgelere kurulması böylelikle, yerel olarak
üretilenlerle rekabet eden malların üretilmesiyle; erkeklere yönelik fabrika
odaklı istihdam olanakları sağlamaksızın işgücünün kadınlaştırılmasıyla ve bu
ihtiyaçların karşılanması için yaşam boyu gelir eğilimi temin edilmeksizin, kadınların
endüstriyel çalışma ve modern tüketim için sosyalleştirilmesi köylü
ekonomisini zayıflatır. Sonuç sosyal ve ekonomik olarak köklerinden kopmuş
ve göçe yatkın bir nüfusun yaratılmasıdır.GÖÇ KURAMLARININ BİR DEĞERLENDİRMESİ
www.gocdergisi.com
26
Çevresel bölgelerde göçmenleri yaratan aynı kapitalist ekonomik süreç, eş
zamanlı olarak onları gelişmiş ülkelere çeker. Pazar genişlemesi süreciyle yerlerinden
olan bazı insanlar şehirlere yönelip gelişmekte olan toplumların kentleşmesine
yol açsa da kaçınılmaz olarak birçoğu yurtdışına çekilmektedir. Çünkü
küreselleşme sermayenin oluştuğu yerlerde maddi ve ideolojik bağlantılar
oluşturur. Ekonomik küreselleşmeye önayak olan yabancı yatırımlar, yapısal
özellikleri göçmen emeğine güçlü bir talep yaratan az sayıda küresel şehir tarafından
idare edilir.
Maddi bağlantılar
Merkez ülkelerdeki kapitalistler malların gönderilmesi, makinelerin teslimi,
hammaddelerin çıkarılıp ihraç edilmesi, iş operasyonlarının koordine edilmesi
ve başka ülkelerdeki montaj fabrikalarını idare etmek için yatırım yaptıkları
çevresel ülkelerle ulaşım ve iletişim bağlantıları kurup bunları genişletirler. Bu
bağlar yalnızca malların, ürünlerin, bilgilerin ve sermayenin hareketini kolaylaş-
tırmakla kalmayıp, belli uluslararası yollarla hareket maliyetini azaltarak insanların
hareketini de teşvik eder. Yatırımlara ve küreselleşmeye kaçınılmaz olarak
bir ulaşım ve iletişim altyapısının kurulumu eşlik ettiğinden, emeğin uluslararası
hareketi genelde metalar ile sermayenin uluslararası hareketinin tam tersi
yönünde olur.
İdeolojik bağlantılar
Ekonomik küreselleşme süreci merkez kapitalist ülkeler ile gelişmekte olan
dünyadaki hinterlandları arasında kültürel bağlantılar yaratır. Birçok örnekte bu
kültürel bağlantılar uzun soluklu olup, merkez ülkelerin çevresel bir bölgeyi
yönetip sömürmek amacıyla kendilerininkini andıran idari ve eğitimsel sistemler
kurduğu bir kolonyal geçmişi yansıtmaktadır. Örneğin Senegalli vatandaşlar
Fransızca öğrenmekte, liselerde eğitim almakta ve ekonomik alışverişlerinde
Fransız frankına doğrudan bağlantılı bir para birimi kullanmaktadırlar. Benzer
bir şekilde Hintliler ve Pakistanlılar İngilizce öğrenmekte, İngiliz tarzı diplomalar
almakta ve İngiliz Milletler Topluluğu olarak bilinen ulusötesi bir birlik
içinde diğerleriyle yer almaktadırlar. Kolonyal bir geçmiş olmadığında dahi,
ekonomik nüfuzun etkisi derindir: Meksikalılar artan bir şekilde ABD üniversitelerinde
okumakta, İngilizce konuşmakta ve Amerikalı tüketicilerin tarzlarını
yakından takip etmektedirler.
Bu ideolojik ve kültürel bağlantılar, merkez ülkelerinden yönetilen kitle iletişim
araçları ve reklam kampanyalarıyla güçlendirilmektedir. ABD, Fransa,
Britanya ve Almanya’dan yayınlanan televizyon programları, gelişmiş dünyadaki
yaşam tarzları ve yaşama standartlarına ilişkin bilgiler aktarırlar ve yabancı
reklam ajansları tarafından hazırlanmış reklamlar çevre ülkelerdeki insanlara
modern tüketici beğenilerini aşılarlar. Merkez ülkelerdeki diller ile kültürel
kodların ve modern tüketim biçimlerinin yayılması, uluslararası göçü temel
merkez ülkelerine kanalize etmek için ulaşım/iletişim altyapısının oluşumuyla
ilişkilidir.
Küresel şehirler
Dünya ekonomisi bankacılık, finans, idare, profesyonel hizmetler ve yüksek
teknolojili üretimin genellikle yoğun olduğu görece az sayıdaki şehir mer
kezlerinden idare edilmektedir (Castells, 1989; Sassen, 1991). ABD’de New
York, Chicago, Los Angeles ve Miami’yikapsayan küresel şehirler; Avrupa’da
Londra, Paris, Frankfurt ve Milan’ı içermekte ve Pasifik’te Tokyo, Osaka ve
Sydney bu sınıfa dâhil olmaktadır. Bu küresel şehirler içerisinde büyük bir
zenginlik ve iyi eğitim görmüş bir işgücü yoğunlaşmış haldedir. Bu durum vasıfsız
işçilerin hizmetlerine yönelik güçlü bir talep yaratır (komiler, bahçıvanlar,
garsonlar, otel çalışanları, hizmetçiler). Aynı zamanda ağır sanayi üretiminin
deniz aşırı ülkelere kayması; elektronik, bilgisayar ve telekominikasyonda yüksek
teknolojili imalatın büyümesi ve sağlık ile eğitim gibi hizmet sektörlerinin
genişlemesi, hem yüksek hem de düşük uçlardaki işçilere güçlü bir talebin olduğu
ancak orta kademelerdekine göre zayıf bir talebin olduğu ikiye ayrılmış
bir işgücü piyasa yapısı ortaya çıkarır.
Az eğitimli yerliler mesleki hiyerarşisinin en altındaki düşük ücretli meslekleri
kabul etmeye direnirler. Bu durum göçmenlere yönelik güçlü bir talep yaratır.
Bu esnada, iyi eğitimli yerliler ve yetenekli yabancılar mesleki dağılımın en
üst kademesindeki kazançlı işleri domine ederler ve zenginliğin kendi aralarındaki
dağılımı göçmenlerin karşılamaya en istekli olduğu hizmet türlerine olan
talebin katlanmasına yardımcı olur. Orta halli eğitime sahip yerli işçiler gittikçe
zayıflayan orta halli işlere takılıp kalırlar, küresel şehirlerden göç ederler veya
destek için sosyal sigorta programlarına dayanırlar.
Dünya sistemleri kuramı, uluslararası göçün genişleyen bir küresel pazarı-
nın politik ve ekonomik örgütlenmesini takip ettiğini ileri sürmekte ve bu gö-
rüş altı farklı hipotezden oluşmaktadır:
1. Uluslararası göç, gelişen dünyadaki kapitalist pazar formasyonunun
doğal bir sonucudur; küresel ekonominin çevresel bölgelere nüfuz etmesi,
uluslararası hareketin katalizatörüdür.
2. İşgücünün uluslararası akışı, metalar ile sermayenin uluslararası akışını
takip eder ancak tam tersi yöndedir. Kapitalist yatırımlar, çevre ülkelerinde
köklerinden kopmuş hareketli nüfusu yaratan değişimleri tetikler; diğer yandan
aynı zamanda merkez ülkelerle güçlü maddi ve kültürel bağlantılar oluşturarak
ulusötesi hareketlere yol açarlar.
3. Uluslararası göç, özellikle eski sömürgeci güçlerle eski sömürgeler arasındadır;
çünkü kültürel, dilsel, idari, yatırımsal, ulaşımsal ve iletişimsel bağlar
erken dönemde oluşmuştur ve sömürge dönemi esnasında dışsal rekabet ortamı
özgür bir şekilde gelişmesine izin vermiştir. Bu durum belli ulusötesi pazarlar
ile kültürel sistemlerin oluşumuna yol açmıştır.
4. Uluslararası göç, pazar ekonomisinin küreselleşmesinden kaynaklandığı
için, hükümetlerin göç oranlarını etkileme biçimi şirketlerin deniz aşırı
yatırım faaliyetlerini düzenlemek ve sermaye ile metaların uluslararası akışını
kontrol etmektir. Ancak bu tür politikalar, yerine getirilmeleri zor olduğundan
uygulanma ihtimalleri pek yoktur, uluslararası ticarette anlaşmazlıklar yaratma
eğilimindedir, dünya ekonomik gerileme riski taşımaktadır ve bunları bloke
etmek üzere harekete geçirilebilecek temel politik kaynaklara sahip çokuluslu
şirketleri karşısına almaktadır.
5. Kapitalist ülke hükümetleri başarısız olduklarında, yurt dışındaki yatı-
rımlarını korumak ve küresel pazarın gelişimine sempatik olan yabancı hükü-
metleri desteklemek için yaptıkları politik ve askeri müdahaleler, belli merkez
ülkelerine yönelen sığınmacı hareketlerini meydana getirmekte; bu durum bir
başka uluslararası göç biçimini doğurmaktadır.
6. Uluslararası göç, nihayetinde ücret oranları veya ülkeler arasındaki istihdam
farklarıyla çok az ilişkilidir; pazar oluşumunun dinamikleri ile küresel
ekonominin yapısından ileri gelmektedir.
Uluslararası hareketliliğin devamlılığı
Göç çeşitli nedenlerden dolayı başlayabilir -bireysel kazanç elde etme isteği,
hane halkı gelirine yönelik çeşitli risklere teşebbüs etmek, düşük ücretli çalışanlar
için işverenlerin taleplerini karşılamaya yönelik bir iyileşme programı, çevre
bölgelerin piyasaya nüfuz etmesi yoluyla köylülerin uluslararası yer değişimi
veya bunlarla ilgili olan kombinasyonlar. Fakat uluslararası hareketliliği başlatan
şartlar, onun zaman ve mekân karşısında sürdürülmesinden farklı olabilir.
Bununla birlikte ücret farklılıkları, ilgili riskler, iyileşme çabaları ve piyasa etkisi,
insanların göç etmesine neden olabilir. Göç sürecinde ortaya cikan yeni ko-
şullar bağımsız sebepler olarak işlevi ortaya çıkarır. Ortaya çıkan yeni koşullar,
bağımsız nedenler olarak göçün yönünü bir işlev olarak ortaya koyarlar: göç-
men ağlarının yayılması, kurumların ulusötesi hareketliliğinin gelişimini desteklemesi
ve göç kabul eden toplumların çalışma hayatındaki değişikliklerin toplumsal
anlamı. Bu dönüşümlerin temel dayanağı, muhtemel bir hareketliliği,
kümülatif bir nedensellik olarak bilinen sürece dahil etmektir.
Ağ kuramı
Göçmen ağları göçmenler, eski göçmenler ve göçmen olmayan insanlar arasındaki
bağı, akrabalık, arkadaşlık ve paylaşılan toplumun kökleri aracılığıyla
kurar. Onlar uluslararası hareketliliğin olasılığını (ihtimalini) artırırlar, çünkü
harekete bağlı maliyet ve riski düşürür ve göçe ilişkin beklenen geri dönüşleri
artırırlar.Ağ ilişkileri, insanları cezbetmek için yabancı istihdamın girişini
mümkün kılan bir toplumsal sermaye (sosyal sermaye) oluşturur. Bir kere göç-
menlerin sayısı kritik eşiğe geldiğinde, ağların büyümesi -göçün ortaya çıkma
olasılığına yol açan, ilave hareketliliğe yol açan, ağları geliştiren ve benzeri- harekete
bağlı maliyet ve riskleri azaltır. Zamanla yer değiştiren toplumun kapsamlı
parçaları, göçmen davranışlarını görünür bir şekilde yayar (Hugo, 1981;
Taylor, 1986; Massey and Garcia Espana, 1987; Massey, 1990a, 1990b; Gurak
and Caces, 1992).
Azalan maliyetler
Yeni bir yere gitmek için göç eden ilk göçmenlerin yararlanabileceği hiçbir
sosyal bağ yoktu ve onlar için göç, özellikle başka bir ülkeye evraksız giriş yapılıyorsa
pahalıydı. İlk göçmenler ayrıldıktan sonra, göçün potansiyel maliyetleri
geride kalan arkadaşlar ve akrabalar için oldukça indirilmişti. Akrabalık
ilişkilerinin doğası ve arkadaşlık ilişkilerinin yapısı gereği, her yeni göçmen gidilen
yerde sosyal ağlar yoluyla bir takım insanlar grubunu oluşturmuştur. Massey vd.
© Göç Dergisi
29
Göçmenler kaçınılmaz bir şekilde göçmen olmayanlara bağlıdırlar ve ikinci
grup göçmenler, geldikleri yerde kendilerine yardım ve istihdama erişimi sağ-
lamak için akrabalık ve arkadaşlık ilişkilerindeki gizli yükümlülüklerden yararlanırlar.
Bir kere başlangıç bölgesindeki ağ bağlantılarının sayısı kritik bir eşiğe geldiğinde,
göç kendini yenileyen bir hale gelir çünkü göçün her yasası kendini
devam ettirmek için toplumsal yapılar yaratır. Her bir yeni göçmen, arkadaş ve
akrabalar grubunun oluşturduğu bir sonraki göçün maliyetini azaltır ve başka
ülkelerde bağları olan bazı insanlar daha ileriye yayılarak göçü arttırırlar, sırası
gelen insanlar maliyeti azaltır ve bazılarının göç etmesine sebep olur ve bu
böylece sürer gider.
Azalan riskler
Ağlar aynı zamanda uluslararası göçü risk çeşitliliği stratejisi için oldukça
cazip hale getirirler. Göçmen ağları çok iyi gelişmişse, bu ağlar gidilecek ülkedeki
işleri topluluğun bilgisine sunarlar ve bu göçü hem güvenli hem de güvenilir
bir gelir kaynağı haline getirirler. Böylelikle, maliyetlerin büyük oranda
azalmasını sağlayan ağların kendi kendini idame ettiren gelişimi teorik olarak
büyük oranda risklerin azalmasıyla açıklanabilir. Her yeni göç, ağı genişletir ve
kadın ya da erkeğe yönelik bütün eylemlerin riskini azaltır, neticede hane halkının
işgücü paylarının göçle birlikte değişik alanlara yönelmesi risksiz ve maliyetsiz
olur.
Bu dinamik kuram, uluslararası göçü bireysel veya hane halkı tarafından
verilen bir karar süreci olarak kabul eder. Ancakgöç davranışının bir noktada
sistematik olarak göç edilen ortamı, göçe karar verilen durumu sistematik olarak
değiştirdiğini ve dolayısıyla ileri bir zamanda karar vericilerin göç etme yö-
nünde karar verme olasılıklarını büyük ölçüde arttırdığını ileri sürerler. Göçün
kendi kendini idame ettirebilen bir yayılma süreci olarak kavramsallaştırılmasıyla
göç çalışmalarında tipik olarak başvurulan genel denge analizlerinden çı-
kan önermelerden oldukça farklı sonuçlara varılır:
1. Uluslararası göç, bir kez başladıktan sonra, ağ bağlantılarının göç veren
toplumda hemen herkes güçlükle karşılaşmadan göç edebilir hale gelinceye
kadar yayılmasıyla artarak devam eder ve ancak ondan sonra göç yavaşlamaya
başlar.
2. İki ülke arasındaki göçmen akışının büyüklüğünün ücret farklılıkları ya
da istihdam oranları ile ilişkisi güçlü değildir. Çünkü göçü destekleyen veya
engelleyen bu değişkenlerin başlangıçtaki etkisi ne olursa olsun, zaman içinde
göç ağlarının gelişmesinden dolayı göç maliyet ve ilişkili risklerin düşüşünden
dolayı bu ilişki (ücret-istihdam-göç akım büyüklüğü) geri planda kalır.
3. Uluslararası göç, ağların oluşumu ve güçlenmesi yoluyla bir kez kurumsallaştıktan
sonra, başlangıçta göçe yol açan-yapısal yada bireysel- nedenlerden
giderek bağımsız hale gelir.
4. Ağlar genişledikçe ve göç etmenin maliyetlerive riskleri düştükçe, göç
akışlarının sosyo-ekonomik seçiciliği azalır ve göç edenler göç veren toplumun
genelini daha fazla temsil etmeye başlarlar. GÖÇ KURAMLARININ BİR DEĞERLENDİRMESİ
www.gocdergisi.com

5. Hükümetler, göç akımları bir kez başladıktan sonra bunları kontrol etmede
çok zorlanmayı bekleyebilirler. Çünkü ağların oluşum süreci tamamen
kontrolleri dışındadır ve hangi politika rejimi olursa olsun, ağlar ortaya çıkar.
6. Bazı göç politikaları ise göçü kontrol etme amacına da hizmet edebilirler.
Örneğin aile birleşimini teşvik eden politikalar, kan bağıyla bağlı kişilere
özel giriş önceliği sağlayarak bu ağları güçlendirirler.
Kurumsal kuram
Uluslararası göç başladığında, sermaye zengini ülkelere girmek isteyen çok sayıdaki
insan ve bu ülkeler tarafından teklif edilen sınırlı sayıdaki göçmen vizesi
arasında yaratılan dengesizlik için özel kuruluşlar ve gönüllülük organizasyonları
talebi karşılamak adına harekete geçtiler. Bu dengesizlik ve engellerle merkez
ülkeler insanları dışarıda tutarak girişimciler için ekonomik olarak kazançlı,
uygun yerler yaratmaktadırlar ve kuruluşlar uluslararası hareketlilikte kârı yükseltmek
için kara borsanın göç sürecinde kâr sağlamasına kendilerini adamış-
lardır. Bu yasa, dışı piyasa sömürüye ve mağduriyete sebep olan koşulları yarattığı
için gelişmiş ülkelerde yasal ve belgesiz göçmenlere yönelik muameleyi
iyileştirmek ve haklarını icra etmek adına gönüllü yardım kuruluşları ortaya
çıkmıştır.
Kâr amacı gütmeyen kuruluşlar ve özel girişimciler kayıt dışı piyasalarında
belirlenen ücretler karşılığında göçmenlere bir hizmet çeşitliliği; gizli bir şekilde
karşı sınırlara kaçakçılık; el altından varış yerlerine nakliye; işverenler ve göç-
menler arasında sözleşme yapmak; sahte dökümanlar ve vizeler; varış yerlerinde
göçmenler ve yasal ülke sakinleri ya da vatandaşları arasında düzenlenmiş
evlilikler ve kalacak yer, kredi ve varılan ülkelerde diğer destekleri sunar. Yardımsever
gruplar danışmanlık, sosyal hizmetler, barınma, resmi dökümanları
edinme konusunda yasal tavsiye ve göçmenlik kolluk kuvvetleriyle tecriti sağ-
layarak göçmenlere yardımcı olurlar. Zamanla, bireyler, firmalar ve kuruluşlar
göçmenler tarafından tanınmışlardır ve bu durum göçmenlerin işgücü piyasasına
girmesi için gerekli sosyal kapitalin de kurulmasında etkindir.
Yasal ya da yasadışı göçmen girişinin düzenlenmesi adına kurumlar, kuruluşlar
ve girişimciler kademeli olarak tanınmasıyla mikro düzey karar modelleriyle
yayılan oldukça belirginhipotezlerortaya koyar:
1. Kuruluşlar, desteği sürdürmek, uluslararası dolaşımı teşvik etmek ve geliştirmek
için göçmenlerin uluslararası akışını ve buna neden olan faktörleri
daha kurumsallaşmış ve bağımsız hale getirir.
2. hükümetlerin bir kere göçün akışını kontrol etmede zorlanmaya başladıklarında
kurumsallaşma süreçlerini düzene koymaları zorlaşır. Göçmenlerin
girişine yönelik talepleri karşılayacak kar düşünüldüğünde, siyasi girişimler
uluslararası hareketler için bir kara borsa yaratır ve katı göç politikaları yardımsever
gruplar tarafından dirençle karşılanır.
Kümülatif nedensellik
Ağların büyümesine ve göçü destekleyen kuruluşların gelişmesine ek olarak,
uluslararası göç zamanla artması beklenen hareketliliğe ilave olarak başka yol
larla kendisini devam ettirir. Myrdal (1957) bunu kümülatif nedensellik olarak
adlandırmaktadır (Massey, 1990b). Nedensellik muhtemel hareketlenmeye ilave
olarak daha sonra verilen göç kararlarından sosyal bağlamı değiştiren göçün
her bir nedenindeki toplamdır. Şu ana kadar sosyal bilimciler, potansiyel olarak
kümülatif göç şeklinden etkilenen altı sosyo-ekonomik faktörü tartıştılar. Bunlar
gelirin dağılımı, arazinin dağılımı, tarım kuruluşları, kültür, beşeri sermayenin
bölgesel dağılımı ve çalışmanın sosyal anlamıdır. Geri bildirimler diğer de-
ğişkenler üzerinden mümkündür fakat henüz sistematik olarak işlenmemişlerdir
(Stark, Taylor, & Yitzhaki, 1986; Taylor, 1992).
Gelirin dağılımı
Daha önce de ele alındığı gibi, insanların göç sürecine motive olabilmesi
sadece gelirlerin artışı ya da risklerin farklılaşmasıyla değil, kendi referans gruplarında
hanehalkının gelirinin artmasıyla ilişkilidir. Hanehalkının ihtiyaçlarının
artmasından dolayı göç sürecine adapte olunmaktadır. Bir kimsenin bir topluluktan
göç etmesinden önce kırsal kesimlerde gelirler iyi değildi çünkü hemen
hemen aileler en az gelirle asgari ücretle yaşıyorlardı. Bir ya da iki hane halkı-
nın yabancı ülkede ücretli işçi olarak katılımıyla birlikte bu gönderim onların
büyük ölçüde gelirlerini artırdı. Yapılan masraflar ve uluslararası hareketle alakalı
risklere rağmen ilk göç eden hanehalkları genelde orta kesim ya da yerel
gelir hiyerarşisinin üst kesiminde yer almaktadırlar.
Göç yoluyla bazı ailelerin gelirlerini artırdığı başka aileler tarafından görüldüğünde;
gelir dağılımında düşük seviyelerde yer alan aileler göreli bir yoksunluk
hissederler ki bu gelir eşitsizliğini daha da kötü hale getirirken göç etmeyenler
arasındaki göreli yoksunluk hissini de artırır. Bu göreli yoksunluk hissi
bazı alt gelir grubundaki ailelerin göç etmesine de sebep olur ve bu böylece
sürer gider.
Gelir eşitsizliği ve göreli yoksulluk çeşitli safhalardan geçer. Başta düşük
tür ve sonradan, dışarı göç hızlandıkça artar ve daha sonra, hanehalklarının
çoğunluğunun göçmen işgücü içinde yer almasıyla tekrar düşer. En nihayetinde,
pratik olarak tüm ailelerin yabancı ücretli işçi kesimi içinde yer almasıyla en
düşük seviyeye ulaşır (Stark, Taylor, & Yitzhaki, 1986; Stark & Taylor, 1989;
Stark, 1991; Taylor, 1992).
Toprağın dağılımı
Kırsal kesimden gelen göçmenler için önemli bir harcama hedefi toprak
alımıdır. Ancak göçmenler toprağı bir üretim yatırımından ziyade genelde
prestiji için veya emekli olduklarında bir gelir kaynağı olarak alırlar, Uluslararası
göçmenler kazançlarını tarım arazisi almak için kullanırlar ancak ücretli iş
daha cazip olduğu için göçmen olmayanlara kıyasla aldıkları bu toprağı nadasta
bırakma olasılıkları daha yüksektir. Toprağın bu biçimde kullanılması yerel
düzeyde tarım işgücü talebinin düşmesine yol açarak dışa göç baskısının artmasına
neden olur. Dışa göçün artışı daha çok insanın toprak alacak para kaynaklarına
erişimi demektir ve dolayısıyla daha çok tarım arazisi üretimden çekilecektir
ve bu da daha çok dışa göç baskısı yaratacaktır (Rhoades, 1978; Reichert,
1981; Mines, 1984; Wiest, 1984).
Tarımsal üretimin örgütlenmesi
Göçmen haneler sahip oldukları toprağı işlemeye karar verdiklerinde,
göçmen olmayan hanelere oranla daha çok sermaye yoğun metodları (makineler,
sulama sistemleri, gübreler ve geliştirilmiş tohumlar) kullanma eğilimindedirler.
Çünkü bunları satın alacak mali sermayeye erişimleri vardır. Dolayısıyla
göçmen hanelerin birim başına işgücü gereksinimleri göçmen olmayanlara kı-
yasla daha düşüktür. Dolayısıyla yerel işçileri geleneksel işlerden uzaklaştırarak
dışa göç baskısını artırırlar (Massey vd., 1987). Göç tarımın daha çok sermayeleşmesine
ve tarım işçilerinin daha çok yerinden edilmesine ve dolayısıyla daha
da çok göçe yol açar.
Göç kültürü
Bir toplum içinde göç sıklığı ve yaygınlığı arttıkça algılar ve kültürel değerler
gelecekte göç olasılığını artıracak biçimde değişir. Göçmenler arasında gelişmiş
bir sanayi ekonomisinde deneyim sahibi olmak tatların ve motivasyonların
değişmesine yol açar (Piore, 1979).Göçmenler, tek bir yolculuk yapıp dar
bir amaç için para kazanmayı amaçlayan hedefli kazanıcılar olarak başlasalar
bile göç ettikten sonra, yerel işgücü piyasasında elde edemeyecekleri, daha güç-
lü bir sınıf atlama algısı, yaşam tarzına ve tüketim malzemelerine dair ilgi geliş-
tirirler. Bir kişi bir kez göç ettiyse yeniden göç etme olasılığı çok yüksektir ve
bir seyahat daha yapma olasılığı yapılan seyahat sayısı arttıkça daha da artar
(Massey, 1986).
Topluluk düzeyinde ise göç, insanların davranış kalıplarına iyice yerleşir ve
göçle ilişkilendirilen değerler topluluğun değerlerinin bir parçası olur. Genç
erkekler için ve pek çok durumda genç kadınlar için göç, bir olgunlaşma yoludur
ve yurt dışına göç ederek toplumsal statüsünü yükseltmeye çalışmayanlar
tembel, girişimci olmayan ve istenmeyen insanlar olarak damgalanır. (Reichert,
1982). Sonuç olarak, yabancı ülkeler ve iş imkanları ile ilgili bilgiler yaygın bi-
çimde bilinir ve toplumun göçe dair temel değerleri, hassasiyetleri ve davranış
nitelikleri göç veren bölge içinde yaygınlaşır (Massey vd., 1987; Alarcon, 1992).
Beşeri sermayenin bölgesel dağılımı
Göç, en azından başlangıçta, nispeten eğitimli, nitelikli, üretken ve hayli
motive olmuş insanları kaynak ülkeden çekme eğilimiyle seçici bir süreçtir (oysa
daha önce değinildiği gibi göç, ağ oluşumu nedeniyle risklerin ve maliyetlerin
azalmasıyla zamanla daha az seçici hale gelme eğilimindedir). Bu nedenle
göçün sürekliliği göçmen gönderen bölgelerde beşeri sermayenin ve üretkenli-
ğin azalmasına, göçmenlerin gittiği yerlerde ise her ikisinin artışına neden olmaktadır.
Böylece zamanla göçmenlerin gittiği yerlerdeki beşeri sermayenin
birikimi, ekonomik büyümeyi sağlarken göçmen gönderen bölgelerdeki durgunluğu
alevlendirmekte ve bu nedenle de bu bölgelerden göç etmeyi gerektiren
koşulları artırmaktadır (Myrdal, 1957; Greenwood, 1981, 1985;
Greenwood, Hunt & McDowel, 1987). Göçmen gönderen alanlardaki okul
inşası programları ve eğitim alanındaki gelişmeler kümülatif göç sürecini desteklemektedir
çünkü periferideki kırsal alanlarda meydana gelen eğitim düzeylerindeki
artışlar karşısında göç etme potansiyeli artmakta ve bu artışlar insanları
memleketlerinden kopararak kendi ülkelerindeki veya yurt dışındaki kentsel
yerlere göç etmelerini teşvik etmektedir.Massey vd.
© Göç Dergisi
33
Toplumsal etiketleme
Göçmen kabul eden toplumlarda önemli sayıda göçmenler belli mesleklerde
işe alınınca bu meslekler kültürel bakımdan “göçmen işleri” olarak etiketlenmektedir
ve yerli çalışanlar bu işleri icra etmede isteksiz hale gelirken bu
işler göçmenlerin yapısal taleplerini güçlendirir. Göç, belirli iş sınıflarının damgalayıcı
meslekler olarak tanımlanmasına ve kültürel olarak yerli çalışanlar için
bunların uygun olmayan işler olarak görülmesine neden olarak işin toplumsal
tanımını değiştirmektedir (Böhning, 1972; Piore, 1979). Etiketleme/damgalama
ise işin özelliğinden değil, göçmenlerin varlığı üzerinden tü-
remektedir. Örneğin pek çok Avrupa ülkesinde otomobil imalatı sektöründeki
meslekler “göçmen işi” durumundayken, Birleşik Devletler’de “yerlilerin işi”
olarak görülmektedir.
Dinamik açıdan uluslararası göçün kümülatif bir sosyal süreç olarak görülmesi
büyük ölçüde ağ teorisiyle tutarlı bir öngörü seti ortaya çıkarmaktadır:
1. Uluslararası göçlerle göçmen gönderen ve alan ülkelerde sosyal, ekonomik
ve kültürel değişmelerin ortaya çıkışı yönetmeye veya kolay kontrol
edilmeye dirençli güçlü bir iç momentuma sahip insan hareketliliğini bahşetmektedir.
Çünkü kümülatif nedenselliğin geribildirim mekanizmaları hükümetin
müdahalesini büyük ölçüde dışarıda tutmaktadır.
2. Yerel işsizliğin olduğu zamanlarda hükümetler işgücü göçünü kısıtlama
ve daha önce göçmenlerin yapmakta oldukları işlere yerlileri geri alma konusunda
zorlanmaktadırlar. Yerli çalışanlar arasında “göçmen” işlerinden ka-
çınma hususunda bir değer değişimi yaşandığından daha fazla sayıda göçmenin
yapmakta oldukları işlere devam etmeleri ya da işlere alınması bir gereklilik
halini almaktadır.
3. Bir işin “göçmen işi” olarak toplumsal etiketlenmesi bu işlerde çalışan
göçmenlerin konsantrasyonunu izlemektedir; göçmenler önemli sayılarda bu
işlere girdiklerinde işin niteliği ne olursa olsun bu mesleki kategoriye bir daha
yerli işçilerin alınması zor olacaktır.
Göç sistemleri kuramı
Dünya sistemleri kuramı, ağ kuramı, kurumsal kuram ve kümülatif nedensellik
kuramının çeşitli öngörüleri hep birlikte uluslararası göç sistemlerinin istikrarlı
teşhisine izin veren şekilde göç akımlarının zaman ve mekâna göre tutarlı bir
ölçüm ve yapı elde ettiğini ortaya koymaktadır. Bu sistemler başka ülkeler arasında
daha az yoğun olmak üzere belirli ülkeler arasında insan, sermaye ve
malların nispeten daha yoğun dolaşımıyla karakterize olmaktadır. Genel olarak
bir uluslararası göç sistemi, sıra dışı ölçekli göçmen akımlarıyla bağlantılı olarak
göçmen gönderen ülkelerle özelleşmiş bir veya birkaç ülke grubundan oluşan
ve göçmen kabul eden merkezi bir bölgeyi içermektedir (Fawcett, 1989; Zlotnik,
1992).
Yukarıda anılan kuramlardan hiç biri münferit olarak bir genelleme yapmaya
olanak tanımasa da göç sistemleri yaklaşımı pek çok açıdan enteresan hipotezler
ve öngörüler ortaya koymaktadır:
1. Göçmen akımları fiziksel olmaktan ziyade siyasi ve ekonomik ilişkileri
yansıttığından ülkelerin yer aldığı sistem coğrafi yakınlığı gerektirmemektedir.
Coğrafi yakınlık mübadele ilişkilerinin oluşumunu açık bir biçimde kolaylaş-
tırmaktaysa da ne bu oluşumları garanti etmekte ne de uzaklık bu ilişkinin olu-
şumuna engel olmaktadır.
2. Göçmen gönderen uluslardan oluşan bir ülke setinden göçmen alan
bir takım dağınık merkezi ülkeler sayesinde çok kutuplu sistemler oluşabilmektedir.
3. Uluslar birden fazla göç sisteminin üyesi olabilmektedir fakat çoklu
üyelik göçmen kabul eden uluslardan ziyade göçmen gönderen uluslar arasında
daha yaygındır.
4. Siyasi ve ekonomik şartlar değiştiğinde göç sistemleri evrilmekte böylece
de göç sisteminin istikrarlılığı değişmez bir yapıyı ima etmektedir. Ülkeler
politik kargaşaya, ekonomik dalgalanmaya veya sosyal değişime yanıt olarak
sistem dahil olabilir ya da ayrılabilirler.
Kuramların değerlendirilmesi
Pek çok düzeyde bir araya gelen nedensel mekanizmaları varsayarak uluslararası
göçlerin kökenleri ve varlığını açıklama konusunda kuramlar öngörüler
ortaya koyduğundan tek veya sadece tek bir düzeyde etmenlerin işlerlik kazanmak
durumunda olduğu katı bir durum olmadığı takdirde, çeşitli açıklamalar
mutlaka çelişkili olacak diye bir şey söz konusu değildir. Böylesine bir iddia
için öncül dayanakları bulamayız. Daha önce de belirtildiği gibi, bireyler faydamaliyet
hesabıyla meşguldürler; hanehalkları iş tahsislerini çeşitlendirmeye yö-
nelik hareket etmektedirler ki bu kararların içinde alındığı sosyo-ekonomik
bağlam, ulusal ve uluslararası düzeylerde işletilen yapısal güçler tarafından belirlenmektedir
(Papademetriou & Martin, 1991). Bu nedenle hem bireysel kararlar
üzerinde yapısal baskıların önemini reddeden atomistik kuramlar, hem
de bireyler ve ailelerin temsiliyetini reddeden yapısal teoriler hakkında kuşkuluyuz.

Bizler, kuramsal sınırsızlığı dar bir çerçeve içinde ele almaktan ziyade eş
zamanlı olarak çoklu düzeylerde gerçekleşen uluslararası göçe ilişkin nedensel
süreçleri sadece makul bir çerçeve içinde ele almayı değil, aynı zamanda faydalı
olabilecek şekilde ampirik açıklamaları çözümlemeden ibaret olan daha geniş
bir tutumu benimsemekteyiz. Her bir model, test edilebilir savlar elde edebilmek
için onlara kılavuzluk eden prensipler dikkatlice incelenmek ve kendi
terminolojileriyle dikkate alınmak durumundadır. Sadece bundan sonra ampirik
değerlendirmeyi gerekli kılan veri ve yöntemleri açıkça belirtebiliriz.
Neoklasik ekonomik model, prensip olarak, geçerliliği kolaylıkla kanıtlanması
gereken açık bir ampirik öngörü sağlamaktadır: uluslararası göçün hacmi
zaman ve ülkelere göre ücret oranlarındaki uluslararası farkın büyüklüğüyle
önemli derecede ve direkt ilişkilidir. Bu nedenle Lewis (1954) ile Ranis ve Fei
(1961)’nin kuramlarını test eden regresyon analizleri hareketin maliyetleri için
bir proksi olarak ülkeler arasındaki coğrafi uzaklıkla ulusötesi ücret farklılıklarını
öncül belirleyici olarak içermelidir.
Ancak neoklasik modelin daha sonradan düzeltilmiş versiyonu göç etme
kararını almadaki geçerli faktörün mutlak gerçek ücrete dayalı değer farkının
değil, beklenen kazanç farklılığının olduğunu ifade etmektedir (Todaro, 1969,
1976; Todaro & Maruszko, 1987). Beklenen kazançlar, zamanın herhangi bir
noktasında ülkede çalışmanın toplam karşılığı düşüncesine dayalı olarak elde
edilen gerçek kazanç olarak tanımlanabilir. İstihdam oranı genellikle, 1’den
işsizlik oranını çıkararak elde edilse de, gelişmekte olan ülkelerde, yarı zamanlı
işgücünün düşük vasıflı işlerdeki yaygınlığı dikkate alındığında, bu oranın,
1’den eksik istihdam oranını çıkararak hesaplanması muhtemelen daha doğru
olacaktır. Böylece uluslararası göç akımlarının önemli belirleyicisi, ücretler ve
istihdam olasılıklarının çarpımından oluşan bir etkileşim terimi olacaktır. Reel
ücretlerin tek başına dikkate alındığı bir regresyon modeline göre bu etkileşim
teriminin önemi için bir istatistik testi, Ranis-Fei ve neoklasik kuramın Todaro
sürümleri arasında kritik bir karşılaştırma oluşturmaktadır (Todaro modelini
esaslı ampirik araştırmalarla inceleyen literatür için bkz. Todaro, 1980 ve
Greenwood, 1985).
Ancak her iki modelin mantıksal çıkarımı esas alındığında ya beklenen ya
da gözlenen ücretlerde uluslararası bir farklılığın olmaması durumunda uluslararası
hareket gerçekleşmemelidir ve ülkeler arasındaki hareket ücret farklılığı-
nın ortadan kalkması durumunda durmalıdır. Ücret farklılığının ortadan kalkması
öncesinde veya ücret farklılığının olmadığında da uluslararası akımların
meydana gelmesi neoklasik ekonomikuramının varsayımlarına meydan okuyan
öncül bir kanıt olarak anormal durumları temsil etmektedir.
Münferit düzeyde Todaro modeli ve onun takipçileri ücret oranı veya hedef
bölgelerdeki istihdam olasılığıyla pozitif ilişkili olarak bireysel ve hanehalkı
özelliklerinin uluslararası bir hareket için beklenen getirileri yükselterek göç
etme olasılığını artıracağını tahmin etmektedirler. Dolayısıyla göç etme olasılı-
ğının yaş, deneyim, eğitim, medeni durum ve beceri gibi standart beşeri sermaye
değişkenleriyle güvenilir bir biçimde ilişkili olduğu tahmin edilmektedir.
Ama aynı zamanda uluslararası göç için eğilimin göç edilen yerde hanehalkının
gelir getirici kaynaklara erişimine (toprak sahipliği veya bir işletmenin desteklenmesi
gibi) göre değişmesi beklenmektedir ki bu hareketi net getiri etkileyecektir.
Hedef bölgelerde istihdam ve ücret oranlarını etkileyen beşeri sermaye de-
ğişkenleri orijin yerlerdeki ücret ve istihdam oranlarını da etkileme eğilimindedir
ki yaşanılan yerde mi yoksa yurt dışında mı beşeri sermayenin daha büyük
olduğu önemli bir ampirik husustur. Uluslararası göçün dil, kültür ve ekonomik
sistemin değişimini içermesi göz önüne alındığında memlekette kazanılmış
beşeri sermaye genellikle kusurlu olarak yurt dışına aktarılmaktadır (Bkz.
Chiswick, 1979). Bu durumda uluslararası göçmenler eğitim ve iş deneyimi gibi
değişkenlere göre olumsuzca seçilebilmektedirler.
Örneğin tarihsel olarak Meksika’nın kentsel alanlarında eğitime yönelik
ekonomik getiriler kırsal Meksikalılar arasında Birleşik Devletler’dekinden da
ha fazla olmuştur. Oysaki Los Angeles’ta orta eğitimli diplomasız bir göçmen
eğitim almayan bireyle aynı asgari ücretli işi alırken, Meksika kentinde aynı kişi
eğitimsel niteliğine dayalı olarak büro işleri veya beyaz yakalı mesleklerde kendine
yer bulabilmekte ve bu durum kırsaldan kentsele göç etme olasılığını artı-
rarak uluslararası hareket olasılığını azaltmaktadır (Taylor, 1987).
Öte yandan negatif seçiciliğin bu örüntüsü evrensel olarak hipotezlendirilemez
çünkü beşeri sermaye değişkenlerinin seçimi kendisi de dahil, ülkelere
özgü toplumsal, ekonomik ve tarihsel şartlara göre belirlendiği düşüncesine
dayalı olarak beceri ya da yeteneklerin devredilebildiğine bağlıdır. Genel olarak
uluslararası hareketin olasılığı ile belirli tahmin edici değişkenler arasındaki
ilişkinin boyutu ve yönünü değiştirme potansiyeline sahip olan her toplumdaki
toplumsal değişme beşeri sermayenin piyasa değerini etkilemektedir.
Böylece muhtemelen tek bir arka plan değişkenle göç olasılığı arasındaki
ilişkinin yönünü ve böylelikle de neoklasik ekonomikuramının mikro düzeyli
indirgenmiş bir regresyon modelinde ikna edici bir testini yapmak neredeyse
imkânsızdır-dolayısıyla bu, bireysel ve hanehalkı değişkenlerinin bir fonksiyonu
olarak göç etme olasılığının doğrudan modellendiği bir testtir. Genel olarak
uluslararası hareketin olasılığıyla bir şekilde güvenilir ilişkili olması gereken
beşeri sermaye, tek evrensel tahmin edici olarak önerilebilir fakat analize dahil
edilen ülkeler hakkında tarihsel bilginin olmadığı durumlarda bu ilişkinin gü-
cünü ve yönünü bilmek olanaksızdır. Tarihsel şartlar açıkça belirtildikten ve
beşeri sermayenin belirli biçimleri üzerindeki etkisi açıklandıktan sonra neoklasik
mikroekonomik modelin kritik bir testi formüle edilebilir.
Daha teknik bir alternatif, beklenen gelir farklılığının bir fonksiyonu olarak
göç olasılığını ve aynı zamanda bireysel ve hanehalkı değişkenlerinin bir fonksiyonu
olarak beklenen gelir farklılığını modellemektir. Bu yolla göç üzerindeki
her bir arka plan değişkeninin tesirleri beklenen kazanç farklılığı üzerindeki
etki aracılığıyla açıkça test edilebilir. Buna ek olarak, bu değişkenlerin göç üzerindeki
olası etkileri onların beklenen kazançlar üzerindeki etkisinden bağımsız
olarak da araştırılabilir (Taylor, 1986). Yapısal testlerin olmaması halinde,
münferit regresyonları inceleyerek mikroekonomik kuramı tahrif etmek zordur.
Göçün beşeri sermaye kuramının geçerliliği üzerinde ciddi şüphe uyandı-
racak tek kanıt, beşeri sermaye ve göç arasındaki ilişkinin tam olmaması olacaktır.
Neoklasik ekonomi kuramının aksine yeni göç ekonomik modeli bireyden
ziyade hanehalkı veya aileye odaklanmaktadır çünkü ilgili karar verme biriminin
kararlarının göçün yerel gelir olanaklarındaki kısıtlar ve risk yayılmasıyla
beraber çeşitli piyasalardaki (sigorta, kredi, iş) gelir riski ve başarısızlıklara bir
tepki olduğunu varsaymaktadır. Bu kuramın en doğrudan testi böyle piyasa
aksaklıklarının varlığını ya da yokluğunu uluslararası göçe katılmak üzere olan
hanehalkının eğilimleriyle ilişkilendirmek olacaktır. Göçün yeni ekonomik
modeli doğruysa, hanehalklarının yerel piyasalardaki en büyük aksaklıklar ile
karşı karşıya kalmalarını, diğer şeyler eşit olduğunda, uluslararası bir göç stratejisi
olarak benimsemek büyük olasılıkla mümkün olmalıdır.
Ne yazık ki diğer şeyler eşit değildir. Tipik olarak neoklasik (beşeri sermaye)
göç modelinin diğer değişkenleri (yani düşük ücretler ve gelirler) ile piyasa
aksaklıkları arasında yüksek bir korelasyon vardır. Ayrıca bu doğrudan testin
en büyük sorunu, piyasalardaki aksaklıkların etkisini izole etmesi ve diğer gelir
ve istihdam değişkenlerinin uluslararası göç üzerindeki rolünü riske atmasıdır.
Göçün yeni ekonomilerinin en ayırt edici katkılarından biri göçmenlerin
para transferi (göçmen dövizleri – remittances) kullanımıyla göç etme kararı
alınışının uyumlu olmasıdır- şimdiye kadar göçün veçheleri literatürde ayrı ayrı
muamele görmüştür. Üretimdeki yerel güçlükleri aşma arzusu ve gelir riskleri
göçün arkasındaki itici güçler ise o zaman göç sonuçları (örneğin, göçmen dö-
vizlerinin kullanımı ve dağılım düzeni) bu gerçeği yansıtmalıdır.Yeni ekonomi
modelinin bir dizi doğrudan testleri mevcuttur.
Risk çeşitlenmesi altta yatan bir motivasyon ise bu riskin en akut olduğu
dönemlerde ve hanehalklarının yerel gelir risklerine en fazla maruz kaldıklarında
göçmen dövizi transferleri en yüksek düzeyde olmalıdır (Lucas & Stark,
1985’in işaret ettiği gibi örneğin şiddetli bir kuraklık döneminde). Göçün birincil
motivasyonu piyasa başarısızlıklarından kaynaklanan yerel üretimdeki
risk ve kredi kısıtlarının üstesinden gelmekse, o zaman göç ve göçmen dövizleri
yereldeki gelir yaratıcı faaliyetleri olumlu yönde etkilemelidir (Lucas, 1987;
Taylor, 1992). Bu tür bulgular, göçün yeni ekonomi modeli lehine kanıt sayılacaktır
çünkü yeni ekonomi kuramı yerel üretim faaliyetlerindeki göçün olumlu
etkileri, risk etkilerinde olduğu gibi göz ardı edilmiştir. Neoklasik kuram bireyin
beklenen geliri maksimize etmesine odaklanmaktadır ve piyasaların tam ve
iyi işlemekte olduğunu varsaymaktadır.
Göçün yeni ekonomisi, özellikle bir hanehalkının göç etme kararını yerel
gelir dağılımındaki kendi pozisyonuyla bağlantılı olarak, göçü daha geniş bir
topluluk bağlamı içerisinde konumlandırmaktadır.Göreceli yoksunluk kuramı
bir hanehalkının yurt dışına göçmen gönderme olasılığının yukarıda belirtilen
hanehalkındaki referans gelir dağılımı tarafından kazanılan gelir miktarı daha
fazla olduğunda arttığını, daha genel olarak da, referans toplumda gelir eşitsizliğinin
daha fazla olduğu durumlarda yüksek olduğunu tahmin etmektedir.Bu
önermenin sistematik bir testi sadece bireysel ve hanehalkı düzeyinde yordayıcı
olağan değişkenleri içermeyi gerektirmekle kalmayıp ama aynı zamanda gelir
eşitsizliğinin toplum özelliklerinin veya işlevsel bir nispi gelir ölçümünü kapsayan
çok düzeyli bir istatistik modele ihtiyaç duymaktadır. Stark & Taylor
(1989) gelir dağılımının iki ekstremi haricinde Meksikalı bir kırsal hanehalkı
örneğinde nispi gelirin uluslararası işgücü göçünü açıklamada mutlak gelirden
daha önemli olduğunu ortaya koymuşlardır.
Yeni ekonomik model bütünsel düzeyde de test edilebilir. Neoklasik modelin
aksine risk çeşitlenmesi ücretler veya istihdam oranlarındaki uluslararası
farklılıkların yokluğunda hareket sağlamaktadır çünkü bu, göç etmeyi sadece
işgücü piyasasındaki şartlara değil, aynı zamanda sermaye ve sigorta piyasalarındaki
başarısızlıklara da bağlamaktadır. Bu kavramsallaştırmayı test etmek
amacıyla, uluslararası nüfus hareketlerini tahmin eden regresyonlar, bağımsız
değişkenler olarak, sigorta programlarının varlığı ya da yokluğuna ilişkin gös
tergeleri (örneğin ürün sigortası ve işsizlik sigortası), piyasa kapsama düzeylerini
(piyasa katılımının kişi başı ölçümleri) ve işlem maliyetlerini (sigorta ve faiz
oranları) içermelidir. Genel olarak bu tali piyasalardaki eksikliklerin işgücü piyasasında
sabit şartlar tutarak, uluslararası akımların boyutunu artırmakta olduğu
ve belirli hanehalklarının yurt dışına göç etme olasılıklarını yükselttiği
tahmin edilmektedir.
İkili işgücü piyasası kuramı çatallanmış bir meslek yapısını ve gelişmiş endüstriyel
toplumlar için iki ekonomik organizasyon örüntüsünü varsaymasına
rağmen uygulamada bu bölünmüş piyasa yapısını ampirik olarak doğrulamak
zor olmuştur (Cain, 1976; Hodson & Kaufman, 1982). Genellikle birincil ve
ikincil sektörler arasındaki ayrım, ampirik tahminlerde büyük bir istikrarsızlığa
ve işlerin sektörlere tahsisi için seçilen karar kuralında yüksek dereceli bağımlı-
lık sonuçlarına yol açtığı için keyfidir (Tolbert, Horan & Beck, 1980; Hodson
& Kaufman, 1981; Horan, Tolbert & Beck, 1980; fakat bu eleştirilerin dışında
tutulabilecekbir çalışma için bkz. Dickens & Lang, 1985).
Böylece işgücü piyasasının ampirik yapısını doğrulamak için çalışmaktan ziyade
oldukça spesifik ve objektif olarak test edilebilir olan uluslararası hareketin
örüntülerine ilişkin teorinin öngörülerine odaklanmak daha etkili bir strateji
olabilir. Piore ve diğerleri göçün tedarik edilmesinden ziyade işgücü talebi ko-
şullarınca müteharrik edildiğini savunmaktadırlar. Bu nedenle göçmen gönderen
ve alan ülkelerde değişen piyasa şartlarındaki uzun soluklu eğilimlerin regresyona
tabi tutulduğu istatistik modellerde, göçmen gönderen ülkelerle karşı-
laştırıldığında göçmen kabul eden ülkelerin göstergeleri arasında daha yüksek
bir derecede açıklayıcı gücün olduğuna dikkate edilmelidir. Örneğin Türkiye ile
Almanya arasındaki hareketi tahmin eden bir eşitliğe reel ücretler ve istihdam
şartları girilse Alman göstergeleri tahmin etme gücü açısından ağır basmalıdır.
Talep tabanlı olduğunda ikili emek piyasası yaklaşımı da bireysel çabalardan
ziyade resmi işe alım mekanizmaları yoluyla işgücünün uluslararası akımlarının
başladığını öngörmektedir. Prensip olarak ister kamu ister özel sektörde olsun,
resmi işe alım prosedürleriyle işe başlatılmış olmayı belgeleyen ve 1950’den
beri ortaya çıkan büyük uluslararası göç akımlarını listeleyerek bu önermeyi
basitçe doğrulamak kolay olmamalıdır. Çoğu veya tüm göç akımlarının işe alım
programları izlenebilirse o zaman ikili işgücü piyasası kuramının önemli bir
öngörüsü geçerlik-süreklilik kazanmış olacaktır.Piore, kitabında bu egzersizi
teyit etmemektedir; O, sadece kendi kuramıyla tutarlı olması için gerçekleşmesi
mümkün olan çeşitli durumlara gönderme yapmaktadır (yine de bu tür bir çalışma
için bkz. Massey ve Liang, 1989).
İkili işgücü piyasası kuramının son bir tahmini ikincil sektör ücretlerinin
yukarı değil, aşağıya doğru esnek olmasıdır. Bu nedenle zamanla göçmenler
tarafından doldurulmuş işlerde ücret oranlarındaki dalgalanmalar işgücü arz ve
taleplerindeki dalgalanmalarla güçlü bir biçimde bağlantılı olmalıdır. Düşük
işgücü göçü ve yüksek işgücü talebinin olduğu dönemlerde alıcı (göçmen kabul
eden) ülkelerde ücretler kurumsal kırılganlıklar nedeniyle yerli işçileri çekmek
için yükselmemelidir ancak yüksek göç ve düşük talep dönemlerinde rekabet
baskısına tepki olarak ücretlerin düşmesini engellemek için hiçbir şey söz ko
nusu olmamaktadır. Böylece dönem boyunca göç daralsın ya da genişlesin, biz
ücret oranlarındaki değişmeler arasında bir etkileşim beklemekteyiz: Daralma
durumunda etkinin sıfır, genişleme döneminde ise etkinin negatif olması beklenmektedir.
Biz zaman içinde yerli işçiler tarafından tutulanlarda ve bu işlerde
genişleyen bir ücret uçurumunu beklemekteyiz.
Dünya sistemleri kuramı karmaşık ve bazen de yaygın kavramsal bir yapı
oluştursa da nispeten birkaç basit ve test edilebilir öngörüler ortaya koymaktadır
ki bunlardan birincisi, emeğin uluslararası akımlarının yalnızca aksi yönde
uluslararası sermaye akımlarını takip ediyor olmasıdır. Sassen ve diğerlerine
göre göçmenler gelişmekte olan ülkelerdeki doğrudan yabancı yatırımlar ve bu
yatırımların getirdiği aksamalar tarafından var olmaktadır. Bu nedenle göçmenlerin
yurt dışına ilişkin çıkışlarının yabancı sermaye akışlarının gittiği periferi
bölgelere eşlik etmekte oluşunu gözlemlememiz gerekir.
Bu basit göç süreci süregelen piyasa nüfuzu süreçlerinin yanı sıra önceki
kolonizasyon tarafından yaratılan ideolojik ve maddi bağların varlığıyla geniş-
lemiş olmalıdır. Dünya sistemleri kuramını test etmek uluslararası göç akımlarının
bir modelini belirlemek için olsaydı bu maksatla bir önceki sömürgeci
ilişkilerin göstergeleri; ortak dilin yaygınlığı, ticari ilişkilerin yoğunluğu, ulaşım
ve iletişim bağlarının varlığı ile ülkeler arasındaki göreceli iletişim ve seyahat
sıklığı modele dahil edilmek istenebilirdi.
Son olarak, dünya sistemleri kuramı, uluslararası göçün sadece yatırım
merkezinin yolları boyunca periferiden çekirdeğe doğru akmakta olduğunu
değil, ama aynı zamanda göçün kanalı durumunda olan yabancı yatırımı da
kontrol eden belirli küresel kentlere yöneldiğini ortaya koymaktadır. Kuram,
bir küresel kenti tanımlamak için belirli ölçütleri sağlamasa da kurumsal merkez
ve sermaye mal varlığı hakkındaki bilgilerden işlevsel bir kriter dizisi geliş-
tirmeye yeterlidir. Böylece başka yerlerin aksine gelişmiş ve gelişmekte olan
dünyada küresel kentlere doğru yönelen hareketin göreli sıklığı incelenebilir.
Ağ kuramı fazlasıyla test edilebilir bir öngörü dizisine öncülük etmektedir.
Piore, Massey ve diğerlerine göre birisi uluslararası göç ettiğinde zaman içinde
tekrarlanan hareketlere yol açacak biçimde bu eylemini tekrar etmesi çok muhtemeldir.
Böylece ek bir seyahat olasılığı iştirak edilen her bir seyahatte artmalıdır;
uluslararası göç olasılığı daha önce deneyime sahip olanlar arasında bu
deneyimi olmayanlara göre daha fazla olmalıdır ve yabancı yerleri deneyim
miktarının yükselmesi ekstradan göç etme olasılığını artırmalıdır.
İkinci öngörü, bir kişinin bireysel göçmenlik deneyimini kontrol edecek şekilde;
daha önce uluslararası göç deneyimine sahip birey için veya yurt dışında
yaşayan birisiyle bağlantılı olan bir birey için uluslararası göç etme olasılığının
daha fazla olmasıdır. Ayrıca hareket etme olasılığı ilişkinin yakınlığıyla da artmalıdır
(örneğin, bir kuzeni, komşusu ya da arkadaşı olmasından ziyade Almanya’da
bir erkek kardeşi olan Türk’ün göç etmeye ikna olması daha muhtemeldir)
ve bu olasılık ilişkide şekillenmiş toplumsal sermayenin kalitesiyle de
artmalıdır (on yıldır Almanya’da yaşayan bir erkek kardeşi olan biri için henüz
Almanya’ya gelmiş bir kardeşi olan bireye göre göç etme potansiyeli ve oturma
izni belgesi olmayan bir yakınının bulunmasına göre yasal oturma izni olan bir
yakına sahip olmak daha değerlidir).
Başka bir hipotez, uluslararası göçe iştirak eden göçmenlerin ulusal hareketliliğe
katılanlardan daha fazla engeli aşmak durumunda olmalarından kaynaklanmaktadır.
Seyahat etmenin normal maliyetlerine ek olarak yeni bir kültü-
rü öğrenme ve ona uyum, gereken belgeleri edinme ve eğer yasal belgeleri
edinmek imkânsız ise tutuklanmaktan kaçma ve sınır dışı edilme iş aramanın
maliyetleri olmaktadır. Bu nedenle bizler için uluslararası göç etme tahminlerinde
iç göçten daha güçlü olarak ağ bağlantılarını sistematik bir şekilde gözlemlememiz
gereklidir. Taylor (1986) Meksikalı hanehalkları örneğinde göç
ağlarının bu farklılaşmış etkilerine rastlamıştır.
Hanehalkları içerisinde sosyal sermayenin bireysel göç etme davranışı üzerindeki
etkisini de tespit etmemiz gereklidir. Genel olarak hanehalkı içerisinden
birinin halihazırda yurt dışına gitmiş olduğu hanehalkı üyeleri, göç deneyimi
eksikliği olanlarınkine göre daha fazla hareket etme ihtimali göstermektedirler.Ağ
kuramı doğru ise, örneğin, göç etme davranışının babalardan oğullara
aktarıldığı yaygın bir taşıyıcı sistem söz konusu olmalıdır (Massey vd., 1987).
Babaları hareketlilik konusunda aktif olan veya babalarının bir uluslararası
göçmen durumunda olduğu erkek evlatlar, babalarının yabancı deneyimi eksikliği
olanlara göre yurt dışına göç etmeye daha yatkın olmalıdırlar.
Son olarak toplumsal düzeyde ağ ilişkilerinin yaygınlığının etkisini gözlemlemek
gereklidir. Uluslararası göçün ender olduğu yerlere göre pek çok insanın
göç etmiş olduğu ve yurt dışı deneyimler konusunda büyük bir stokun birikmiş
olduğu yerlerde insanların yurt dışına göç etmeleri daha muhtemel olmalıdır
(Massey & Garcia España, 1987). Ayrıca toplumsal ağlar ve uluslararası göç-
men deneyimi stoku zamanla büyüdükçe göç, giderek daha az seçici ve sosyoekonomik
hiyerarşinin orta kesimlerinden alt kesimlerine doğru yayılıyor olmalıdır.
Sonra, genel olarak, bireysel ya da hanehalkı kararları yerel bir ortamda
alınmak durumundadır; bu ise toplum içinde ağ bağlantılarının endekslerini
içeren çok düzeyli analitik modellerin gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Kurumsal kuram, göçmen kabul eden toplumlara giriş vizesi için arz ve talep
arasındaki eşitsizliklerin yasal ve yasa dışı giriş hizmetleri sunmada girişimciler
için kazançlı bir niş yaratmalarını ve göçmen adına insani yardım kuruluş-
larının müdahale etmek durumunda kalabileceği eşitsizlik sonuçlarının sömü-
rüyü de beraberinde getirdiğini savunmaktadır. Göç etmeyi kolaylaştırmaya
adanmış kurumların kurulması ve büyümesi, zamanla uluslararası nüfus hareketinin
artışını ve sürekliliğini içeren toplumsal altyapının bir başka formunu
teşkil etmektedir.
Bu tür kurumsal yapılanmaları ve onların göç üzerindeki etkisini vaka çalışmaları
ile belgelemek mümkünse de nüfus akımının birikimi veya mikro dü-
zeyli göç etme kararlarının analitik olarak titiz bir biçimde kurumlarla olan ilgisini
kurmak daha zordur. Özel araştırmalarda göçmenlere ya da göçmen olmayanlara
onlara destek veren kurumların farkında olup olmadıkları sorulabilir ve
bu soruya ilişkin olarak alınan yanıtlar hareket olasılığını tahmin etmek için
kullanılabilir. Ayrıca bu tür organizasyonların varlığı topluluk düzeyinde dışa Massey vd.
© Göç Dergisi
41
göç etme oranının tahmin edilmesinde veya çok düzeyli bir model dahilinde
bireysel veya hanehalkı düzeyinde göç etmenin olasılığı olarak topluluklar üzerinden
araştırılıp belgelendirilebilir.
Son olarak, kümülatif nedensellik kuramının genel hipotezi göçün daha
fazla göç etme eğilimini yaratarak süreklilik arz ettiğini belirtmektedir. Bu hipotez,
bireysel veya hanehalkı kararlarının hangi sosyo-ekonomik bağlamdan
etkilendiğini ve bu kararların zamanın herhangi bir noktasında sonraki kararları
nasıl etkilediğine dair öngörüleri izlemektedir. Aileler ve bireyler tarafından
alınan göç etme kararları sonradan diğer bireylerin ve hanehalklarının da kararlarına
tesir edecek biçimde bir topluluk içindeki sosyal ve ekonomik yapıları
etkilemektedir. Zamanla göçün kümülatif etmenlerini ortaya çıkaracak şekilde
toplumsal düzeydeki değişmeler, sonraki göçlerin olasılığını artırmakta olduğu
bir dengeyle var olmaktadır (Massey vd., 1987; Massey, 1990b).
Bu kuramın sitematik olarak test edilmesi tatmin edici verileri gerekli kılmaktadır.
Kesitsel veriler kullanılarak bütüncül düzeyde kümülatif nedenselliği
test etmek için özellikle uluslararası veri setleriyle, ki bunlar genellikle tanımlanması
zor yardımcı değişkenlerin gerekliliğini ortaya koyarlar, karmaşık, tekrarlamalı
yapısal eşitlik modeli açıklıkla belirtilmelidir. İdeal olarak teori, bireysel,
hanehalkı, topluluk ve belki de ulusal düzeyde bile farklı zamanlarda öl-
çülmüş verileri içeren uzun dönemli (longitudinal) verilerin kullanıldığı çok
düzeyli testleri gerektirmektedir. Sadece bu şekildeki bir veri setiyle sosyal yapı
üzerindeki bireysel ve hanehalkı kararlarının karşılıklı geri bildirimlerine ilişkin
etkiler gözlemlenebilir ve ölçülebilir.
Pek çok yönden gelişimi henüz ilkel halde olsa da kümülatif nedensellik
kuramı özellikle bireysel davranış ve topluluk yapısı arasındaki geri bildirimi
kanalize etmesi bakımından bir sürü faktöre işaret etmektedir. Birinci faktör,
göçmenler ile göçmen olmayanlar arasındaki akraba ve arkadaş bağları hakkında
ayrıntılı bilginin oluşturulması gerekliliğini ortaya koyan göçmen ağlarıdır.
İkinci faktör, hanehalkı gelirinin tam ölçümünü gerekli kılan gelir eşitliğidir.
Üçüncüsü, arazi kullanım hakkı ve sahipliğine ilişkin ayrıntılı verileri gerektiren
toprak dağılımıdır. Dördüncüsü, sadece kırsal alanlara ilişkin olarak, hem
göçmen hem de göçmen olmayan ailelerin nasıl bir sulama sistemi kullandıklarına,
makineleşmeye, işçi kiralamaya, haşerelerle mücadeleye, ot temizlemeye
ve tohum geliştirmeye ilişkin bilgileri gerekli kılan tarımsal üretimin doğasıdır.
Sonuncusu ve belki de ölçümü en zor olanı, inançlar, değerler ve normatif
pratikler hakkında bilgi edinmeyi gerektiren kültürün kümülatif nedenselliğin
test edilmesinde değerlendirme gerekliliğidir.
Bazı durumlarda- örneğin kültür konusunda- bu ölçümü yapmak imkânsız
olacaktır ama yine de uzunlamasına verilerle bu testi yapmak gerekecektir.
Göçmen ağlarının yaygınlığı, gelir eşitsizliğinin derecesi, arazi dağılımının çarpıklığı,
tarımsal üretimin sermaye teşviki konularındaki değişimi ortaya koyan
çeşitli bilgilerin derlenmesindeki zorluklar göz önüne alınarak topluluklardaki
bu tür faktörlerin coğrafi farklılıklarına dayalı olarak alternatif stratejiler geliştirilebilir
ki bunlar tekrarlamalı yapısal eşitlik modelininkurama dönüştürülme
sinde geri besleme sağlayacaktır.Ancak bu yaklaşım tanımlama ve araç geliş-
tirme bakımından bazı ciddi teknik konuların gerekliliğini ortaya çıkaracaktır.
Son kavramsal şema, uluslararası göç akımlarının kalıcılık derecesini sunmaya
yönelik olarak zamanla istikrarlı göç sistemlerinin ortaya çıkmasına neden
olan sistemler yaklaşımını tartışmak olmuştur. Bu sistemler, sistem dışından
olan göç akımlarına karşılık üye ülkeler arasındaki nispeten geniş çaplı
akımların olduğunu nitelendirmektedir.Bu sistemlerinin varlığının doğrulanması
sistematik bir yapı dahilinde akım yoğunluklarına ilişkin bazı eşiklerin
belirlenmesiyle ve sonrasında bugünkü dünyada hakim olan sistemleri belirlemeye
yönelik deneysel bir konudur. Bu amaç doğrultusunda denenmiş bazı
çabalar da zaten bulunmaktadır (Zlotnik, 1992).
Sonuç
Bir sosyal bilimci olarak, politika yapıcılara -hangi şartlar altında olunduğuna
bağlı olmak koşuluyla- hedef ülkelerdeki ücret ve istihdam şartlarının değiştirilmesine,
menşei ülkelerdeki ekonomik kalkınmanın teşvik edilmesine, göç-
men gönderen ülkelerde sosyal sigorta programlarının teşhis edilmesine, men-
şei yerlerdeki gelir eşitsizliğinin azaltılmasına, gelişmekte olan ülkelerde gelece-
ğin veya sermaye piyasalarının kalkındırılmasına veya bu faaliyetlerin bazı
kombinasyonlarıyla uluslararası göçlerin düzenlenmesine yönelik öneriler sunulabilir.
Ayrıca bütün bu programların piyasadaki ekonomik ilişkilerin dışında
kalarak büyüyen uluslararası hareketin yapısal zorluklarına bakılarak sonuçsuz
olabileceği de belirtilebilir.
Durum ne olursa olsun yanlış anlaşılma ve farklılıklarla birlikte bugünkü
göç akımlarının büyüklüğü ve ölçeği, ortaya çıkışındaki çatışma doğası göz
önüne alındığında dünya çapındaki çok etnikli toplulukların uluslararası göçe
ilişkin siyasi kararları önümüzdeki yirmi yıldan daha fazla bir sürede yapılan en
önemli şeyler olacaktır. Aynı şekilde kuramsal şemaları desteklemek adına yapılan
ampirik çalışmaların ortaya konulması ve bunların ışığında entegre edilerek
değerlendirilmesi peş peşe gelecek yıllarda sosyal bilimciler tarafından yü-
rütülen en önemli görevler arasında olacaktır. Bizler, uluslararası göç kuramlarını
irdeleyerek bunların dayanmakta olduğu varsayımları ve anahtar önermeleri
açıklayarak gerekli olan ampirik çalışmalar için zemin hazırlamış olabilmeyi
umuyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder